Ekonomik sistemlerle ilgili genel değerlendirmeler üreticiler veya tüketiciler merkeze alınarak gerçekleştirilebilir.
Sosyalizm tüm ekonomik hayatın akışıyla ve geleceğiyle ilgili açıklamalarını üreticiler üzerinden yapar.Sosyalist teorisyenlere göre sadece işçiler/çalışanlar üretir. İşçiler dışındaki herkes asalaktır, yararsızdır, sömürgendir. İşçiler hem ekonominin merkezidir hem de diğerlerine –yani burjuvaya karşı- ahlâkî üstünlüğe sahiptir. Bu yüzden, iktidar da işçilerin elinde olmalıdır. “Üreten biziz, yöneten de biz olacağız” sözü bu anlayışın mottosudur.
Liberal ekonomik düşünce geleneğinde ise hem üreticileri hem de tüketicileri öne çıkartan yaklaşımlar görürüz. İlkine göre, mühim olan üretimdir ve -işçilerin de üretime katkıda bulunmasına rağmen- asıl üretici güç müteşebbislerdir. İkincisine göre, üreticiyi değil tüketiciyi esas almak daha doğru olur, çünkü hepimiz tek şey üretirken çok şey tüketiriz. Üreticileri merkeze alan ekonomi politikalarının benimsenmesi tüketiciye zararlı gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Ben ikincisine daha yakın durmakla beraber ilk görüşün de önemli olduğunu düşünmekteyim. Müteşebbislerin ekonomik kalkınmada hayatî roller üstlendiğinin farkındayım. Bu husus maalesef iktisat eğitiminde uzun süre ihmâl edildi. Avusturya İktisat Okulu gibi müteşebbisliğe özel vurgu yapan düşünce ekolleri müfredat üzerinde yeterince etkili olamadı. Oysa müteşebbislerin önemi ne kadar vurgulansa azdır. Sosyalist ekonomilerle kapitalist ekonomiler arasındaki asıl fark da -diğer faktörler sabit sayıldığında- budur. İşçiler, maaş karşılığı çalışanlar her ülkede var, ama müteşebbisler sadece piyasa ekonomisini benimseyen ülkelerde mevcut. Bu iki sistem arasındaki refah farkının ana sebebi bu.
Yaygın kanaatin tersine müteşebbisin sermayedar olması gerekmez. Müteşebbis hayata baktığında başkalarının göremediği iş imkânlarını gören ve kendisine veya başkalarına ait üretim faktörlerini üretim için organize ve seferber eden kişidir. Müteşebbisler ne yazık ki “kapitalist”, “komprador” gibi adlandırmalarla ve “hırsız”, “çalan”, “ezen”, “sömüren” gibi sıfatlarla devamlı aşağılanmakta.
Demokratik ve –aslında kısmen- kapitalist ülkelerde iki grup müteşebbisle karşılaşıyoruz. İlk gruptakiler, kamu otoritelerinden özel bir muamele görmeden kendi işinin peşinden koşmakta. Bunlar ekonomik değere sahip olan mal ve/veya hizmet üretimleri gerçekleştirmekte ve kendileri böylece zenginleşirken toplumu hatta tüm insanlığı da zenginleştirmekte. İkinci gruptakiler ya mevcut rantların ya da yeni rantlar oluşturmanın peşinden koşmakta. Bunların ekonomik değer yaratma ve toplumsal refaha katkıda bulunma ihtimâli çok az. Bu tür bir müteşebbisliğin ortaya çıkmasında iç içe geçmiş iki faktör etkili: 1) Devletlerin regülasyon, lisanslama gibi yollarla ekonomik hayata devamlı müdahalede bulunması, 2) Demokratik siyasetin iktidar hırsıyla yanan siyasî partileri seçmeni tavlamak için rant yaratma ve dağıtma yarışı içine sokması. Bir ülke birinci türden müteşebbislerinin sayısı arttıkça zengin olma yolunda yürüyebilir.
Türkiye’de müteşebbis karşıtı kültür çok baskın ve yaygın. Müteşebbisler havadan, başka insanların sırtından büyük paralar kazanan, zenginliği gasp eden tipler olarak görülmekte ve sunulmakta. Oysa bir iş kurmak, insanları istihdam etmek, onların maaşlarını ve sigorta primlerini düzenli ödemek, devletin –maliyenin- bir eli devamlı işletmenin cebindeyken ayakta kalmak o kadar zor ki. Abartısız söyleyeyim, bunu yapmayı başaran insanların hak ettiği şey hakaret ve karalama değil teşekkür ve takdir.
Bir ülke ne kadar çok gerçek müteşebbisi varsa ve müteşebbislerine ne kadar çok değer verip saygı gösterirse o kadar gelişir, zenginleşir.
Yeni Yüzyıl, 14.04.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/mutesebbise-saygi-1987