Ankara’nın ardından bir terör saldırısı da İstanbul’da vuku buldu. Canlı bomba, ölüler ve yaralılar. Bu satırları yazdığım sırada failin kim(ler) olduğu belli değildi. Ama olağan şüpheliler yine IŞİD ve PKK. Bilhassa PKK.
Modern demokratik toplumlarda bu tür saldırıları azaltmak mümkün ama sıfırlamak imkânsız. Ankara katliamından sonra Almanya’nın başkenti Berlin’de de bir araç patladı ve bir kişi öldü. Maalesef bu tür saldırılarla her an karşılaşmamız mümkün. Ankara’daki saldırıda araç kullanıldı, patlayıcı miktarı çoktu. İstanbul’da ise canlı bomba patlatıldı. Bir kişinin taşıyabileceği patlayıcı miktarı sınırlı olduğundan can kaybı, yaralanma ve maddî tahribat nispeten az oldu. Ancak, her iki olay da özü itibariyle aynı: Terör saldırısı.
Verdiği zarar ne olursa olsun bu tür olaylar karşısında ülkenin rutinini bozmaması ve insanların abartılı paniğe kapılmaması lâzım. Elbette kendimizi korumak için dikkatli olmalıyız ama hayatı durdurmamalıyız. Ülke yönetimi de tedbirleri sıkılaştırmalı fakat uyguladığı politikalarda terör saldırılarına bakarak ayar yapmamalı. Bu, potansiyel saldırıları davet etmek anlamına gelir. Terörle ve teröristle doğrudan veya dolaylı pazarlık olmaz. Terör bir insanlık suçudur ve hiçbir dava terörü haklı kılamaz.
Türkiye’de son zamanlarda tuhaf tipler ortaya çıtı. Bunlar terörü kategorik olarak dışlayıp kınayamıyor. Bir metot olarak hayatımızdan çıkartılması gerektiğini herkesi ve her oluşumu kapsayacak şekilde dile getiremiyor. Bazen açık bazen örtülü, bazen doğrudan bazen dolaylı şekilde şiddet failleri arasında ayrım yapıyor ve bazılarını kınarken bazılarını onaylıyor. Orwelyen bir lisanla ve büyük bir propaganda başarısıyla “barış bildirisi” diye sunulan malum bildiri PKK terörüne verilen zımnî bir onaydı. Nitekim gereksiz yere tutuklanan akademisyenlerin sorguda PKK için terör örgüt d(iy)emediği medyaya yansıdı.Bildiri sahiplerinin toplumun ahlâkî ve vicdanî takibi enselerindeyken yasal takibata uğratılmasını, tutuklanmasını doğru bulmadığımı daha önce birkaç defa söyledim. Ama bildirinin mantığının PKK terörünü manen desteklemek, en azından görmezden gelmek anlamına geldiği gerçeğini de tekrar vurgulamadan geçememem.
HDP’nin nerede durduğu malûm. Ancak, teröre karşı gevşek, kayıtsız ve hatta manevî destek verici tavır CHP sözcülerinde de boy gösterebiliyor. Bazı akademik ve entelektüel çevreler de büyük bir ikiyüzlülük yaparak tablonun tümünü görmek ve ona göre yorum yapmak yerine önemli faktörleri kasten ıskalıyor. Örneğin, bazıları güvenlik güçlerinin Güneydoğu’da mahalleleri “ablukaya aldığından” bahsediyor. Sözlerine bakılırsa kasabalarda, mahallelerde hendekler kazılmamış, hayat durdurulmamış, organize silahlı gruplar oraları işgal etmemişken güvenlik güçleri topu tankı toplamış ve silahsız sivil insanlara saldırmış. Bunu söylemek, ima etmek düpedüz ahlâksızlık.
Demokratik bir ülkede devlet meşru güç kullanma tekeline sahip. Devlet şiddetini kimin, niçin kullandığı belli. Mevcut tabloda devlet şiddeti cevap olarak doğuyor. Bu durumda meşru olarak yapılabilecek tek şey devlet şiddetinin ölçülü, oranlı ve kurallı kullanıp kullanılmadığını sorgulamak, yanlış yapan görevlilerin ve âmirlerinin adâlete sevk edilmesini istemek. Demokratik süreçlerin işlediği ülkede bu zaten yapılabiliyor. Buna karşılık bazı ahlâksızlar, ortada PKK terörü yokmuş gibi, tüm faturayı siyasetçilere çıkartıyor. Mahalleleri işgal eden çetelere karşı yapılan operasyonlarda onlarca güvenlik görevlisinin şehit edilmesinin güvenlik güçlerinin karşısında silahlı, organize grupların olduğunu göstermesi gerçeğini görmezden geliyor. Bu tavır ahlâkla, vicdanla bağdaşmaz ve Türkiye’ye devlet şiddetini kontrol altında tutma, PKK’nın ve benzer yapılanmaların terörünü azaltma ve bitirme yolunda fayda sağlamaz.
Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifa diliyorum.
Yeni Yüzyıl, 20.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/terore-destek-vermek-1731