Avrupa’da “mülteci sorunu” gündemden hiç düşmüyor. Yaşlı kıtanın akıbeti ne olacak? 5 Eylül 2015’te Yeni Şafak’ta yayınlanan, kısaltarak aşağıda aktardığım yazımda bu konuyu ele almıştım:
***
Dünya nüfusu 7 milyar civarında. 2050’li yıllarda 12 milyara ulaşması bekleniyor. Elli yıl içinde yerkürede yaşayan inanların sayısı neredeyse ikiye katlanacak ve tarihte görülmüş en yüksek seviyeye çıkacak. Dünyada şimdiye kadar yaşamış ve ölmüş tüm insanların sayısının 100 milyar kadar olduğunu hatırlarsak, bunun ne kadar büyük bir rakam olduğunu daha kolay idrak edebiliriz.
Artan nüfus mevcut sorunların yoğunlaşmasına ve yeni sorunların ortaya çıkmasına yol açacak. En başta geleni, dünya kaynaklarının kalabalık nüfusu beslemeye yetip yetmeyeceği. Ciddiye alınan araştırmalar ve onlara dayanan projeksiyonlar, hayatın akışının olağan seyrinde sürmesi hâlinde 12 milyar insanın beslenebileceğini gösteriyor. Tabiî ki, beslenmeyle iç içe geçen enerji, su, çevre gibi problemler de var.
Dünya nüfusu artıyor ama artışın ülkeler ve kıtalar arasında dağılımı eşitsiz. Zengin dünyada nüfus artışı neredeyse durdu, hatta bazı yerlerde azalmaya başladı. Rusya, İtalya ve Japonya nüfus erimesinde başı çeken ülkeler. Buna karşılık, fakir yerlerde nüfus hızla artıyor. Afrika ve Asya bu artışa liderlik ediyor. Dünyanın bir tarafındaki nüfus artışı da diğer taraflarındaki nüfus azalışı da problemler yaratıyor. Zengin ülkeler işgücü azlığıyla, fakir ülkeler işgücü fazlalığıyla karşılaşıyor. Görünür gelecekte bu kalıp değişmeyecek. Bunun sonucunda yeryüzünde tarihte görülen en büyük nüfus hareketleri vuku bulacak.Fakir ülkelerden zengin ülkelere doğru bir nüfus akışı ortaya çıkacak.
Suriye’deki iç savaşın yansıması olan acı tablolarla karşılaşıyoruz. Yürek parçalayıcı ölüm ve sefalet manzaralarını medyadan takip ediyoruz. Savaş aynı zamanda sığınmacı akımlarına yol açıyor. Ancak, savaşlar olmasa da nüfus hareketleri vuku bulacak. Zengin ülkeler nüfus açığını kapatmak isterken fakir ülkelerde yaşayanlar da zengin coğrafyalara doğru yola çıkacak. Ne yapılırsa yapılsın, bunun önüne geçilemez.
Sayıları her gün artan göçmenler ve mülteciler vesilesiyle kamuya yansıyan nüfus akımları zenginleri, özellikle Afrika ve Asya’ya komşu olması yüzünden Avrupa’yı çok ilgilendiriyor ve endişelendiriyor. İnsan haklarının mucidi ve tekelci sahibiymiş pozu veren Avrupa ülkelerinin birçoğu kültürlerinin derinliklerinde ırkçılık barındırıyor. Almanya dâhil, Avrupa ülkeleri Güney’den gelen nüfus akışından rahatsız. İstiyorlar ki sınırları istemedikleri kişilere kapalı kalsın ve izin verilmeyen hiç kimse ülkeye giremesin. Bu tavrı/politikayı meşrulaştırmak için çeşitli gerekçeler ileri sürüyorlar. Göçmen/mülteci akınının işsizlik yaratacağı, kültürel çatışmalara yol açacağı, ekonomiye zarar vereceği başlıca iddialar. Ancak, bu iddiaların hepsi temelsiz, geçersiz. Son zamanlarda Müslüman mülteci akımının Avrupa’nın Hristiyan değerlerini tahrip edeceğini iddia etmeye başladılar. Bu da gösteriyor ki, Avrupalılar dinlerini ve kültürlerinin safiyetini insan hayatının ve insan haklarının önüne koymakta.
Avrupa, ne yaparsa yapsın, eski kıtaya yoğun nüfus akışını engelleyemez. Fakir ve istikrarsız ülkelerdeki pek çok insan, her yol ve yönteme başvurarak, daha iyi yaşama şartları, istikrar ve belirlilik arayışı, canını kurtarma vb. sebepler ve umutlarla Avrupa’ya akacak. Başka bir ifadeyle, Avrupalı ırkçıların tüylerini diken diken edecek şekilde, Avrupa nüfusunun ortalama rengi esmerliğe doğru kayacak. Yani Avrupa esmerleşecek. Bu kaçınılmaz gidişi engellemeye yönelik tüm çabalar boşa gidecek.Avrupalılar nüfus değişmelerine direnmek yerine hakikati kabul edip şimdiden beraber yaşama kurallarını ve mekanizmalarını güçlendirme yolunda çaba sarf etseler hem kendileri hem de dünya için çok daha iyi bir iş yapmış olurlar.
Yeni Yüzyıl, 27.02.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/avrupanin-esmerlesmesi-1473