Devletler, dış politikalarında ahlâkî ilkeleri mi yoksa millî menfaatleri mi takip eder? Bu soruya verilecek cevap, her ülkenin siyasî sistemiyle bir şekilde alâkalı. Anti- demokratik devletlerle demokratik devletler uluslararası ilişkilerde farklı özellikler ve tarzlar sergiliyor olmalı.
Bu tespit bir ölçüde doğru. Yarı demokratik yarı otoriteryen bir ülke olarak görülen Rusya’nın Suriye politikasına bakalım. Rusya, ülkesini felakete sürükleyen ve yüzbinlerce vatandaşını acımasızca öldüren bir diktatörün en büyük yardımcısı. IŞİD’le mücadele bahanesiyle kanlı Suriye rejiminin ılımlı muhaliflerini, uçaklarla, sivil asker ayrımı yapmadan, ağır bombardımana tabi tutuyor. Pazar yerlerini, yardım kafilelerini vuruyor. Totaliter İslâmcı İran da Suriye’de sahada savaşıyor. Adamları IŞİD’lileri aratmayacak zulümlere ve katliamlara imza atıyor, ama sırf IŞİD karşıtı oldukları için dünya medyası bunları görmezden geliyor. Ortodoks Hristiyan Rusya ile Şii Müslüman İran insanlık dışı icraatlarını, hiçbir ahlâkî ilkeyi tanımaksızın, millî menfaatleri olarak gördükleri şeyler adına yapıyor.
ABD dış politikası ahlâkî ilkelere mi dayanıyor? Bu soruya içerden cevap veren T. G. Carpenter ve M. Innocent Perilious Partners adlı kitaplarında ezber bozuyor. Amerikalıların ülkelerinin ahlâk ilkeleri şampiyonu olduğuna ve dış politikada bu ilkeleri ihlâl etmediğine inanmak istediğine işaret ediyor. Ancak, durumun böyle olmadığını ayrıntılarıyla gösteriyor.
Yazarlara göre, II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya jandarmalığına soyunan ABD, dış politikada, adım adım ahlâkî erozyona doğru ilerledi. Soğuk Savaş’la başlayan yozlaşma Sovyetler Birliği’yle hasımlık yüzünden derinleşti. Zaman içindeWashington Amerikan idealleriyle çelişmekle kalmadı, doğrudan doğruya bu değerlerin altını oydu. Zira bir taraftan barış, demokrasi, bireysel özgürlük deyip diğer taraftan demokratik olarak seçilmiş hükümetleri darbeyle indirmek, yozlaşmış otokratlara malî ve politik destek sağlamak, cani sapkınları iktidara yerleştirmek ve orada tutmak birbiriyle bağdaştırılamaz. Ancak, ABD bunların hepsini yaptı.
ABD, Latin Amerikalılardan Güney Vietnamlılara kadar birçok diktatörü destekledi veya besledi. Bunları yaparken temel sorunu ulusal güvenliği Amerikan değerleriyle dengelemekti. Amerikan liderleri, gülünç şekilde, en kanlı diktatörlerden bazılarını, ABD’nin jeopolitik hedeflerine uyum gösterdikleri sürece, Hür Dünya’nın üyeleri veya “Amerika’nın dostları”olarak gördü ve adlandırdı.
Ne yazık ki bu tuhaf tavır Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra değişmedi. 1990’larda demokrasiye ve insan haklarına bağlılığını güçlendiren ABD, 9/11 olaylarından sonra yine rotasını şaşırdı. İslâmî rejimleri ve Müslüman teröristleri hedef alan yeni savaş eski alışkanlıkları canlandırdı, ahlâkî kaygıları arka plana itti.
Carpenter ve Innocent’a göre millî beka veya diğer hayatî çıkarlar söz konusu olduğunda bu tür ittifaklar bir dereceye kadar anlaşılabilir ve haklı olabilir. Fakat ABD yöneticileri çoğu zaman ahlâkî zemini ikincil ve çevresel millî çıkarlara kurban etti. Bu tavırdan ne kadar yarar sağlanabildiği ise çok tartışmalı. ABD dış politikada bir taraftan ahlâk şampiyonluğuna soyunup diğer taraftan ahlâksız ve kanlı diktatörlerle işbirliği yapmanın çelişkili ve yararsız olduğunu görmeli…
ABD’nin değerleri çiğneyen dış politika icraatlarına Mısır’daki darbeye destek verişini de eklemek gerek. Ne yazık ki Amerikan yöneticileri hem Mısır’da hem de Suriye’de vahim ahlâkî hatalara imza attı.
Yazının başında işaret ettiğim üzere, anti- demokratik ülkeler de millî çıkarları öne çıkaran bir yaklaşımla ahlâkî ilkeleri ihmâl etmekte veya çiğnemekte. Ancak, gönül istiyor ki, demokratik ülkeler bu bakımdan daha iyi bir sicile sahip olsun.
Yeni Yüzyıl, 25.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/abdnin-diktator-ortaklari-1060