Türkiye’de özgürlükçü olduğunu söyleyen veya öyle olduğu sanılan bazı kimseler var. Bir kısmı sosyalist, bir kısmı modernist seküler tipler olmasına rağmen hem CHP’li hem muhafazakâr medyada bunlara ısrarla liberal denmekte. Bu kimselerin bazen sol liberal olarak adlandırıldıkları da oluyor.
Özgürlükçülük zor bir zanaat. Bir defa kazanılıp ebediyen muhafaza edilemiyor. Devamlı testten geçmeyi gerektiriyor. Sınavda bazen kalmak bazen de zayıf puan almak söz konusu olabiliyor.
Böyle bir test yakınlarda Cuma namazı üzerinden yaşandı. Başbakanlık bir genelge yayınlayarak Cuma namazına gitmek isteyenler için mesai saatlerinin yeniden düzenlemesini istedi. Cuma namazını dikkate almadan kurulan mesai düzeni topluca camide kılınması gereken Cuma namazına gitmek isteyenlerin hayatını zorlaştırmaktaydı. İdarî otoritelerin eline döneme veya kişiye bağlı olarak ibadet özgürlüğünü engellemek için kullanılabilecek bir yetki vermekteydi. Genelgeyle lüzumsuz ve gereksiz bir sıkıntı ortadan kaldırıldı. Böylece din özgürlüğü biraz daha genişletildi. Laiklik kuvvetlendirildi.
Ne var ki, bazıları bundan ciddî biçimde rahatsızlık duydu. Kamusal tanınırlığı olan biri boykot çağrısı yaptı. Bunun ne anlama geldiği belli değildi. Cuma’ya gidenler, gitmeyerek mi genelgeyi protesto edecek? Niçin edecek? Gitmeyenlerin protesto etmesi bekleniyorsa, bu nasıl olacak? Cuma saatinde Cuma’ya gitmeyenler iş mi bırakacak? Yoksa tüm Cuma günü işe gitmeme yoluna mı başvuracak?
28 Şubat dönemindeki başörtüsü yasağı sırasında da yeni genelgeye karşı çıkarken kullanılanlara benzer argümanlar ileri sürülmüştü. Üniversitelerde başörtüsü serbestliğinin başörtüsü kullanmayan kız öğrencilerin baskı altına alınması ve başörtüsü takmaya zorlanması sonucunu vereceği ileri sürülmüştü. Hiç te öyle olmadı. Bu seferki iddia genelgeden sonraCuma’ya gitmeyenlerin fişleneceği. Fişleme bu ülkede her zaman mümkün, ama Cuma’ya gidip gitmemeye bağlı fişleme yapılması zayıf bir ihtimâl. Kurumlarda kimin Cuma’ya gittiğini kimin gitmediğini çalışanlar zaten bilmekte ve bildiğim kadarıyla şimdiye kadar önemli bir sorun çıkmış değil.
Mesai saatlerine Cuma ayarı yapılmasını özgürlükçü felsefe açısından nasıl karşılamak lâzım? Cevabım tahmin edilebilir: Bu gayet normal hatta gerekli bir adımdı. Yapılan aslında bir anormalleşmeye değil normalleşmeye tekabül ediyor. Bir anormallik uzun süre zorla uygulandığı için çoğumuz tarafından normallik gibi algılanır oldu. Bu yüzden, normale dönüşü anormallik olarak görebilmekteyiz.
Bu arada, din özgürlüğü açısından sevindirici başka gelişmeler de oluyor. Yahudi cemaati uzun süredir ilk defa Hanuka bayramını açıkça kutladı. Cemaatin yaşlı mensupları bunu adeta bir mucize gibi gördü ve çok sevindi. Lozan’da sayılmadıkları için azınlık haklarından bile yararlanamayan Süryaniler ilk defa ana dillerinde eğitim verecek bir ilkokul açma imkânına kavuştu.
Bütün bunlar harika. Dikkat edilirse muhafazakâr dindar bir hükümet zamanında kitap ehli olanların din özgürlüğügenişliyor. Buna katkısı geçen herkese müteşekkiriz. Ancak, diğer inanç veya inançsızlık gruplarının özgürlüklerine ilişkin tabloda ya hiç ilerleme yok ya da yeterince ilerleme görülmüyor. Cumhurbaşkanı zaman zaman Zerdüştleri ve Ateistleri diline doluyor ve haklarında haksız ve sevimsiz sözler sarf ediyor. Bu yanlış ve din özgürlüğünü ihlâl eden bir tavır. Zerdüşt veya Ateist olabilmek de din özgürlüğüne girer.
Bir diğer mesele Alevilerin haklarını tanıma konusundaki direnç. Dindarların başka dinden olanlara kendi dinleri içinde kalıp farklı yorumlar yapanlara gösterdiği müsamahadan daha fazlasını göstermesi tüm dünyada karşımıza çıkan bir vaka. Türkiye’de de durum böyle. Siyasal iktidarı kontrol eden Sünni inançlı otoriteler Alevilerin haklarının ve statülerinin kitaplıinanç gruplarınınkiyle aynı seviyeye yükseltilmesi konusunda bazen isteksiz davrandı bazen açıkça ayak sürüdü.
Artık bu tavır değişmeli…
Yeni Yüzyıl, 23.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/cumalari-hayrolmasin-mi-1034