Küçükken deflerimizin kenarına bir Cin Ali çizerdik. Sonraki sayfada Cin Ali bir önceki sayfadakine göre bir adım atmış şekildedir, bir sonrakindeki bir adım daha atar. Sayfaları peşpeşe hızla çevirdiğinizde sanki Cin Ali yürüyormuş gibi olur. Aşağı yukarı hepimizin denediği bu eğlenceli şey, yazıp yönettiğimiz ilk filmdir. Kimisi adım atan Cin Ali çizer, kimisi koşan at, bu kısmı da “sinema vizyonu” ile alakalıdır. Peşpeşe geçen çizimlerin oluşturduğu bu eğlenceli şey sinemanın iki temel bileşeninden birisidir; “göz”ü yanıltarak algıyı dönüştürmek ve sabit fotoğraflardan bir hareket ortaya çıkarmak. Saniyede 24 kare olmak üzere, peşpeşe geçen fotoğraflar görüntüde hareketi oluşturur. Diğer temel bileşen ise fotoğraftır. Perdedeki bir saniye sonuçta 24 fotoğraf karesidir.
Sinemanın Arkasındakiler
Nuri Bilge Ceylan Türkiye’nin en iyi birkaç fotoğrafçısından biridir. Zaman zaman sanat severlerle “Sinemaskop” ismiyle buluşan fotoğraf sergisinde birbirinden harika “panoramik” fotoğraflarını sergiler. Bu sergiyi gezerken, Ceylan’ın filmlerinin donuk hallerini izliyor gibi oluyorsunuz ve Ceylan’ın filmlerini nereden çıkardığını anlarsınız. Aslında Ceylan vaktiyle çektiği harika fotoğrafları hareketlendiriyor, o fotoğraflardaki atmosferi ekrana taşıyor ve fotoğraflar kadar iyi görüntüler yakalıyor.
Sinemanın görsellikle ilişkisi kadar içerikle ilişkisi de temel bileşenlerden birisidir. Anlatılan mesele, durumun insan üzerindeki etkisi, duygu ve bu anlatım şekli, hepsi hikayeye dahildir. Bir Hollywood kuralı “iyi senaryodan kötü film çekilebilir ama kötü senaryodan iyi film çekilemez” der. Sinema tarihi neredeyse bu kuralın kanıtlarıyla doludur. Görselliğin yanında, filmin hikayesinin insana dokunduğu yer, anlatılış tarzı, duygu yoğunluğu o filmin kalitesini belirleyen en önemli unsurlardır. Bir şiir üslubuyla, bir masal yumuşaklığında, belki bir cenk hikayesi heyecanında bir içerik yoksa görsellikle anca bir yere kadar gidebilir.
Belki görsellik ve içerik kadar her iş için öne çıkmayabilir ama sinamanın temel girdilerinden bir diğeri de “yönetmenin derdi”dir. Yönetmenin insana dair hikayelerinin bir çıkış noktası vardır, bu nokta, bu noktadan hareketle yönetmenin aldığı yol ve sonunda vardığı veya varamadığı yer sinemanın “mesele”sini belirler.
Kiarostami’nin Yolu
Sinemanın tanımını yaparken parçalardan hareketle vardığımız yer, bir meselesi olan ve bunu görsellikle hikâye eden bir yönetmendir. Yönetmen şiirden, şarkıdan, felsefeden, tarihten beslenir ve ortaya koyduğu ürün bu kaynakların bir sentezidir. Dolayısıyla yönetmen kimi zaman şair, kimi zaman fotoğrafçı, kimi zaman bir hikaye anlatıcısıdır. İranlı meşhur yönetmen Abbas Kiarostami de bütün bu meziyetleri aynı anda deruhte eden bir modern zaman bilgesi…
CerModern’de 9 Ocak – 10 Nisan 2016 tarihleri arasında fotoğraf sergisi olan Kiarostami serginin açılışını bir söyleşi ile yaptı. Hıncahınç dolu bir salonda merdivenlerde dinledik ustayı. Bir saatlik söyleşide basit cümlelerle çok şey anlattı usta. Kulağa hali hazırda bir şiir gibi gelen Farsçasıyla büyülü kelimeler çınlattı salonda. Her filmin arkasında bir fotoğraf, her fotoğrafın arkasında bir şiir olduğunu anlattı usulca.
Kiarostami’nin filmlerinde genelde “cevap” yoktur, cevaptan ziyade “soru”nun kendisi bir meseledir. Fotoğraflarında da menzili belirsiz yollar ve uçsuz bucaksız beyazlıklar temel mesele. “Mikrofonu eline alan herkes bu dünyada acıdan bahsedebilir size, ama ben karın ne kadar beyaz olduğunu fotoğraflamak istedim.” diyen Kiarostami’nin bembeyaz karları ve gidilse de bitmeyen yolları CerModern’de Ankaralıları ve Ankara’ya yolu düşenleri bekliyor.
Yeni Yüzyıl, 13.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/yol-her-zaman-bir-yere-gitmez-902