90’lı yıllardan beri Diyarbakır’ı, Van’ı, Urfa’yı ve bölgenin diğer illerini ziyaret ederim. Eskiden bu ziyaretlerimde konuştuğum kişiler kendilerinin devlet tarafından görülmemesine, dışlanıp yok sayılmalarına, şiddet mağduru olmalarına vurgu yaparlardı. Gerçekten de özellikle Özal sonrası dönemde yaşananlar tam anlamıyla ciddi insan hakları ihlalleriydi. Türkiye bir ara kayıpların, faili meçhullerin, yasadışı infazların ve işkencenin yaygınlaştığı en kötü on ülke arasına dahi girmişti.
2013’den sonra gerek bölgede gerek bölge dışında yaşayan Kürtler belki de on yıllardır ilk defa umutlandılar. Gerginliğin ve çatışmanın ortadan kalkması toplumun enerjisini artırdı. Sorunlar olduğunun ve çözümlerinin zaman alacağının belki de herkes farkındaydı ama insanlar barışın gelmesinden hoşlanmıştı.
Son çatışmalarda halkın genel tutumu
Son aylarda bambaşka bir resim duruyor karşımızda. Barış umutları, yerini yeniden endişeye ve korkuya bırakmış. Ancak bu kez kızgınlıklar biraz değişik. Artık insanlar eleştirilerini tek taraflı yapmıyorlar. Son otuz yıldır PKK ilk defa bu kadar yoğun eleştiriliyor Kürtler tarafından.
İnsanlar sokaklara kurulan hendeklerden, çatışmaların evlerin içine çekilmesinden, hendek başında nöbet tutma zorunluluğundan, evlerinin kapılarının açık tutulması kuralından rahatsız. Ticari yaşamın bozulması, yatırım yapanı da, iş peşinde koşanı da kaygılandırıyor. Zorlaşan yaşamın maliyetinin gereksiz olduğu düşünülüyor. “Bir siyasi partiyi destekledik ve parlamentoya gönderdik bu çatışma da nereden çıktı!” diyenlerin sayısı hayli kalabalık.
PKK’nın çatışmayı şehre indirmesinin arkasında askeri nedenlerden çok halkı mobilize etme amacı yatıyor. Böyle bir yaklaşım olsa olsa bir kalkışma başlatmak için kullanılabilir. Halkın onurlu ve eşitliğe dayalı bir şekilde Türkiye’nin merkeziyle bütünleşme umuduna karşılık örgüt bölgeyi Ortadoğu’daki çatışmalı ortama çekmek istiyor.
Önümüzdeki dönem Kürt halkı ile PKK arasındaki ilişki bu iki bakış açısıyla kurulacak. Halkın çatışma yerine siyasetle çözümler oluşturma mantığını korumayı devam ettirmesi halinde son aylarda yaşanan örgüt eylemlilikleri hedefine ulaşamayacak.
Halkın benimsediği bu mantığın aynı zamanda çözüm sürecinin mantığı olduğunun altını çizmekte fayda var. Eğer Kürt halkı bugün olgun bir bakış sergiliyorsa bunun temel nedeni çözüm sürecini yaşamış olmasıdır. Eğer böyle bir deneyim yaşanmamış olsaydı belki bugün çok farklı yerlerde olacaktık.
Nasıl bir güvenlik anlayışı?
Ancak bu gözlemler tutumların hiç değişmeyeceği anlamına gelmiyor. Halkın konuya yaklaşımı zaman içinde değişebilir. Bu noktada hükümetin önümüzdeki dönem izleyeceği siyasetin de belirleyici olacağını söylemeliyiz.
Hükümetin sürecin yeniden başlatılması konusundaki yaklaşımı iki başlığa dayanıyor. Bunlardan ilki, 2013’de verilen silahlı güçlerin yurt dışına çıkarılması sözünün tutulması. İkincisi, kamu düzeninin sağlanması. Bu iki başlığın sürecin mantığına aykırı bir yönü yok. Dolayısıyla halkın bu iki şart nedeniyle şiddete destek vermesi pek mümkün gözükmüyor.
Asıl konu, bu iki başlık kabul edilmediği sürece yaşanacak gerilim ve gerginliklerde devletin benimseyeceği tutum. Bir kere, bu tutumun tümüyle bireylerin hak ve özgürlüklerini düşünen bir bakış açısıyla kurgulanması gerekiyor. Yapılacak her yanlış özlenen barış ortamının tesisini güçleştirecektir.
Öte yandan, Hükümetin bir insani güvenlik stratejisi geliştirmesi ya da var olan stratejisini insani güvenlik bakışıyla zenginleştirmesi önem taşımakta. Özgürlükleri koruyan bir güvenlik politikası, ancak ve ancak, çatışmaya yönelik müdahalelerin değerlendirilmesinde insani güvenliğe odaklanılması, çatışmalardan doğrudan etkilenmiş kişilerin bakış açılarının dikkate alınmasına imkân verecek katılımcı yöntemler uygulanması, asker merkezli güvenlik politikalarından kamunun güvenliği merkezli politikalara geçilmesiyle oluşturulabilir. Türkiye’nin bu sayılanları sağlamaya yönelik adımlar atması gerekiyor.
Yeni Yüzyıl, 13.11.2015
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/kurtler-ve-guvenlik-90