Malum olduğu üzere, ülkemiz zor günlerden geçiyor. Depremler, pandemi, yangınlar, sel ve heyelanlar gibi bir sürü afetlerle karşı karşıya kaldık. Bu zor günlerin bir an evvel geride kalması en büyük temennimiz. Devletimiz ise bu noktada vatandaşının yanında durmaya çalışıyor. Yaraların büyümemesi ve açılan yaraların tedavi edilmesi ise vatandaşın devletten en büyük beklentisi… Henüz yangınlar tamamıyla söndürülmemiş olması nedeniyle belki eleştirenler olacaktır ancak açılan yaraların tedavisi noktasında belirtmem gereken bir husus olduğunu düşünmekteyim: Yaklaşık 1.5 yıl evvel Elazığ’da deprem yaşandığında, hukuk fakültesinin son sınıf öğrencisiydim. Bir Elazığlı olarak ve depremi bizzat yaşamış birisi olarak olanlara bizzat tanıklık ettim. İnsanların telaşı, korkusu, acısı bir süre sonra hafifledi ancak geriye enkaz bir şehir kalmıştı. Gereken denetlemeler vs. yapıldıktan sonra riskli yapılar, riskli alanlar belirlendi. Dönüşüm projeleri yapıldı. Yeni projeler ve planlar, vatandaşın mülkiyeti üzerinde yapılırken vatandaşa “size bilgi verilecek” dendi. Haliyle vatandaşların pek çoğu da “kendilerine ev yapan” devlete karşı sessizce beklemeyi tercih etti.
Daha evvel Elazığ depreminden hemen sonra yazdığım yazıda devlete ve Türk halkına teşekkür etmiştim. Ama o yazıda da devletin bu doğa olaylarının afete dönüşmesinde sorumluluğunun bulunduğuna atıfta bulunmuştum. Sonraki süreçte de Elazığlılara Elazığ’da hukuk stajımı yaparken (ve deprem üzerine hukukî çalışmalarda bulunurken) haklarını aramalarını her seferinde söyledim. Devlet, size lütufta bulunmuyor, sizin mülkleriniz üzerinde sizden bağımsız olarak tasarrufta bulunurken sizi bütün süreçlere dahil etmelidir diye de belirtiyordum. Bu düşüncemi de bir kez daha vurgulamış olayım. Şimdi, maalesef büyük yangınlar ve bu yangınların açtığı ciddi zararlar söz konusuyken aynı endişeleri duyduğumu ifade etmeliyim.
Yangınlar eğer doğal nedenlerden kaynaklıysa, bu durumda, devletin yangınlarla ilgili gereken denetim ve önlem alma yükümlülüğü söz konusudur ki bundan kaynaklı olarak bir eksiklik varsa hizmet/kusur sorumluluğuna gidilebilir. Eğer hizmetten kaynaklı bir kusur yok ise hukukumuzda tanımlanan bir diğer sorumluluk çeşidi olan “kusursuz sorumluluk” da yangınlar noktasında tartışılmalıdır.
Bu noktada, idarenin klasik savunması olacak olan mücbir sebeple ile ilgili olarak, yangının mücbir sebep kabul edilmemesi gerektiğini de belirtmem gerekir. (Aynı şekilde deprem noktasında da Danıştay depremi uzun yıllar mücbir sebep olarak görse de içtihat değiştirmiş ve depremin mücbir sebep olarak görülemeyeceğini belirtmiştir.) Eğer yangınlar başkaca nedenlerden ötürüyse, (sabotaj, terör vs. gibi nedenlerden kaynaklı ise) bu durumda “sosyal risk teorisinden” kaynaklı olarak vatandaşların tazminat hakkı söz konusu olacaktır.
Aşağıdaki yüksek yargı kararları da konuyu özetlemektedir:
“Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetimi esastır. Bu nedenle olayın oluşumu ve zararın niteliği dikkate alınarak, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp, uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de herhalde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir”. D.10.D., Karar Tarihi: 20.10.1999, E. 1997/721, K. 1999/5266
“İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.” D.10.D., Karar Tarihi: 25.02.2003, E. 2001/4795, K. 2003/696.
Bu noktada yangınlarda zarar gören vatandaşların zararlarının tazmini noktasında, gereken tespitler ve diğer hukuki işlemler için profesyonel bir hukukçudan destek alarak haklarını aramalarını öneriyorum.
Hepimize geçmiş olsun…
avbarishaldun@ gmail.com