Türkiye’nin AK Parti iktidarı süresince, son 12 yılda geçirdiği dönüşümde liberallerin rolü ve payı hep tartışıldı. Kritik reformlarda liberal fikirler önemli ölçüde belirleyici oldu, gazetelerde yazan, televizyon kanallarında görüşlerini açıklayan liberallerin birçoğu hükumetin reformlarına kimi zaman fikri destek verdi kimi zaman da bizzat bu reform çalışmalarına öncülük etti, içerisinde yer aldı. İki tarafın da hakkını vermek gerekirse, AK Parti ile liberaller arasındaki koalisyon Türkiye’nin dönüşümünde çok önemli bir rol oynadı.
AKP ve liberaller arasında bir koalisyon olduğunu söylerken bir şeyi belirtmek gerekiyor; vaktiyle kısmen tartışılan bu koalisyonun yazılı bir belgesi, imza altına alınmış bir sözleşmesi yok tabii ki. Artık iyiden iyiye iğdiş edilmiş olsa da “doğru yaptıklarına doğru yanlış yaptıklarına yanlış demek”ten başka bir şey değil. Kendi adıma eleştiri veya politikalara destek adına herhangi bir ekstra çaba harcamıyorum fakat AKP eleştirimiz 2007’de Kemalistleri tatmin etmiyordu, şimdi de başka kesimleri tatmin etmiyor. Kemalistler AKP’nin varlığına karşıydılar, şimdiki yapı da “meşruiyet” krizleri üzerinden dolaylı olarak AKP’nin varlığına karşı.
Gezi olayları liberaller arasında ciddi bir ayrışmanın başlangıcı oldu. Temel ilkesel değerlerde bir farklılık olmasa da, bu değerlerin mevcut siyaseti okurken yorumlanması önemli farklılıklar göstermeye başladı. Bir yıl önce “Liberaller için yol ayrımı” başlıklı yazıda, Gezi’nin önemli bir dönüm noktası olduğunu ve bu ayrışmanın giderek derinleşeceğini yazmıştım. Fakat ayrışma benim o cümleyi kurarken tahmin ettiğimden çok daha derin ve keskin oldu.
Gezi ile başlayan ayrışma Gezi sonrası tartışmalarla derinleşti fakat 17-25 Aralık darbe teşebbüsü ile artık geri dönülmez bir noktaya geldi. 17-25 Aralık sonrası, ayrışmadaki muğlaklık ve geçişlilik bitti, ayrışmanın hatları keskinleşti ve ileriye dönük yollar tamamen ayrıldı.
Halen devam eden bir mücadelenin içerisindeyiz, bazıları tarafından pek anlaşılmıyor olsa da bir darbe döneminden geçiyoruz ve bu dönemde alınan tavır, tavır sahibini geleceğe yönelik yükümlülük altına sokuyor. Mısır’da anakronik bir şekilde devşirilen darbe kadar ayan beyan olmasa da, 7 Şubat 2012’den sonra adım adım hazırlanan ve 2013’ü tamamen domine eden bir darbe sürecinden geçtik, süreç halen devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi bu süreçten en kritik aşamalardan birisini geride bıraktı ve Markar Esayan’ın tespitiyle, yüz yıl önce açılan ittihatçı parantez bu seçimlerin sonucu ile büyük oranda kapandı. “Kadro diktatörlüğü” çöktü. (Neyi kasdettiğimi başka bir yazıda anlatmştım.)
Kolay değil, bir diktatörlük yıkılıyor ve aynı zamanda yeni bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bu durumu siyaseten okuma farklılıkları insanları farklı pozisyonlara itiyor. Her kesim içerisinde ayrışmalar yaşandı, liberaller de bu ayrışmadan payını aldı. Bu ayrışmada, hem bir tekerrür eden tarih var hem de tarihten çıkarılan bir dersin sonuçları var.
“17-25 Aralık neydi?” sorusuna üç şekilde cevap verilebilir. (1) darbe girişimiydi, (2) “sadece” bir yolsuzluk soruşturmasıydı, (3) yolsuzluk soruşturmasıydı ama bazı gariplikler de yok değil. Bu cevaplar durduğunuz yeri de belirliyor. Eğer sizin için “sadece bir yolsuzluk soruşturması” ise yanlış yazıyı okuyorsunuz, vakit kaybetmeden başka yazılar okumaya geçin derim.
Bu süreçte kimin yanında durduğunuz değil, kimin karşısında durduğunuz pozisyonunuzu belirleyecek. Erdoğan’ın karşısında duranlar da kimin yanına denk düştüklerini iyi biliyorlar, dolayısıyla bundan on yıl sonra bu günleri tekrar değerlendirirken kimin itibarlı kaldığını göreceğiz.
Yaşanan ayrışmada iki taraf da çeşitli argümanlar üzerinden birbirini itham ediyor. Ayrışmada eleştirilerimi muhafaza ederek otonom yapı ve içinde olduğu koalisyonun karşısında duruyorum. Ben “vesayet”in karşısında durdum ve bu yer Erdoğan’ın tarafına denk düşüyorsa bundan gocunmuyorum, bunun öneminin farkındayım ve özgüvenle bunu ifade ediyorum. On yıl sonra bana en fazla “zaten sen AKP’liydin” denebilir, AKP meşru zeminde siyaset yapan, milyonlarca üyesi olan ve milyonlarca oy alan bir siyasi parti. Kaldı ki bu bir itham bile sayılamaz.
Peki ben haklıysam? Şimdiden yazmakta fayda var, 17-25 Aralık’ın bir darbe girişimi olduğunu düşündüğüm için, bu stratejiye destek veren, inanan, içinde bulunan kim olursa olsun, nazarımdaki itibarı, bundan önceki darbecilerinki ne kadarsa o kadar olacak. Sadece benim için değil, birçok insan için bu durum böyle.
Ben “kimin karşısındasınız?” diye soruyorum, sevgili arkadaşım Arda Akçiçek geçen hafta kimin yanında olduğunu yazdığı ve “meşru olanın yanında duruyorum” dediği bir yazıdan dolayı çok ciddi ve ahlaksızca bir tehdide maruz kaldı. Bir şeyin farkındayız, meşru olanın yanında durmak aynı zamanda gayri meşru olanın karşısında durmak demek. Her ne kadar hayat alanımızı daraltsa da bu tavır, yapacak başka bir şeyimiz yok, meşru olanın yanında durmaya devam edeceğiz.
Not: Zor bir hafta geçirsek de, hayat devam ediyor. Arda bugün 33 yaşına girdi. Nice yıllara Arda…