Bahçeli’yi tanımakta zorlanıyoruz.
Yakın çevresi, dava arkadaşları ya da eski dava arkadaşları da bizim gibi şaşkın mıdır, yoksa sahip oldukları birtakım arka plan bilgiler sayesinde onun bu izah edilemez politik manevralarını okuyabiliyorlar mıdır, bilemem. Ama MHP’yi ve Bahçeli’yi dışarıdan izleyenler açısından durum tam bir muamma.
MHP lideri geçtiğimiz yıllarda, Türkiye’nin çıkarlarını parti çıkarlarının üstünde tutan, ilkeli siyaset yapan sorumlu siyaset adamı tavrıyla hepimizin takdirini toplamış bir isimdi. Ama 7 Haziran’dan sonra bir şeyler oldu. Seçim gecesinden itibaren ısrarla herhangi bir koalisyonda yer almama çizgisi izlemesini, DSP- ANAP – MHP koalisyonunun kötü sonuna dayandırdık çoğumuz. Sütten ağzı yandı, yoğurdu üfleyerek yiyor, dedik.
Ama Meclis Başkanlığı konusundaki uzlaşmaz tutumunu neye yoracağımızı bilemedik. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmelettin İhsanoğlu ismi üzerinde pekâlâ birleştiği güçlerle bu defa niye birleşmiyordu? Anayasanın gereği olarak kurulması gereken ve Türkiye’yi seçime götürecek olan hükümete niye üye vermedi? Hele hele son olarak, ülkenin terör ateşiyle kavrulduğu bir dönemde, teröre karşı ortak tavır almak üzere çağrıldığı zirveye gitmemesi, hatta Kılıçdaroğlu ile görüşmeyi bile reddetmesi nasıl yorumlanmalı?
Bu tutumun bir tek izahı olabilir: Siyaseti kilitleme çabası… İçinden bir hükümet çıkaramaz bir parlamento tablosu yaratmak; Türkiye’nin girdiği bu dar boğazda siyaseti sorun çözemez hale getirmek… Siyasetin yönetim aczi içine düştüğü buna benzer tabloların ortaya çıkmasının geçmişte hangi kurum tarafından kullanıldığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Dilimiz varmıyor ama haklı olarak şu soru geliyor aklımıza: Acaba Bahçeli tarihi tekerrrür ettirmek ki istiyor? Siyaseti kitlemesinin sebebi bir ara rejim arayışı mı?
Ayrıca kafamıza takılan başka sorular da var:
MHP neden ısrarla sıkıyönetim istedi? Ve neden Kara Kuvvetleri’nin PKK’yla mücadeleye dâhil edilmesi konusunu sürekli gündeme getiriyor?
Dikkat ederseniz, MHP adına konuşan birçok önemli isim, TSK’nın son operasyonlarda PKK’ya karşı yeteri kadar etkili olamadığını iddia ettikten hemen sonra şöyle devam ediyor: “Çünkü AK Parti hâlâ jandarma gücüyle yetiniyor. En etkili gücü olan Kara Kuvvetleri’ni devreye sokmuyor.”
Neden acaba bu ısrar? 113 bin kişilik jandarma gücü, 250 küsur bin kişilik polis teşkilatı, özel harekâtçılar ve hava operasyonlarıyla mücadeleye katılan Hava Kuvvetleri beş-on bin teröristle baş etmeye yetmiyor da, illa da Kara Kuvvetleri’nin işe karışması isteniyor?
Malum, jandarma da polis de siyasi iktidara bağlı ve onun direktifleri doğrultusunda mücadele ediyor. Kara Kuvvetleri ısrarının nedeni, terörle mücadelede inisiyatifin yeniden TSK’ya geçmesini sağlamak olmasın? TSK’nın terörle mücadelenin patronluğunu ele geçirmesi sayesinde kazandığı güçle, siyasetin yeniden dar alana hapsedilebileceği hayalleri kuruluyor olmasın?
* * *
AK Parti’nin Çözüm Süreci’ni bitirdiğini söylememekte diretip üstüne basa basa “buzdolabına koymaktan” söz etmesinin MHP’yi son derece rahatsız bir gerçek. Buzdolabındaki o sürecin oradan bir daha çıkmamasının tek garantisi ise terörle mücadelenin kontrolünün sivil iktidardan çıkıp askerin eline geçmesidir. Bu da ancak bir ara rejimde mümkün olabilir.
Evet, TSK’nın 2010 öncesinin TSK’sı olmadığını, şu anki yönetim kademesinin siyasi iradeye itaat içinde olduğunu biliyoruz. Ama şunu da biliyoruz: Her ne kadar beraat etmiş olursa olsun, ordu içindeki o darbeci yapı bir gerçekti ve bu yapının ordunun çeşitli kademelerindeki kalıntılarının tamamen temizlendiğinden emin olamayız.
İşte, son günlerde dolaşıma giren “27 Mayıs tipi bir darbe” söylemi de bu endişeden kaynaklanıyor.
Bilmiyorum, belki de fazla kuruntuluyuz. Ama öyle bir geçmişten geliyoruz ki, biz kuruntulu olmayacağız da hangi ülkenin vatandaşı olacak?
Akşam, 15.10.2015