1915’te yakınlarını kaybedenler o büyük felakete ne isim verildiğine aldırır mı sanıyorsunuz?
“Doğru” isim konulunca hayatını kaybeden yüz binlerin ruhları huzur mu bulur?
Konan isim yaşananı değiştirmez. İster soykırım deyin adına, ister katliam, ister büyük felaket; yaşanan kayıp da kayıp karşısında yaşanan acı da hiç değişmeden orada durmaktadır ve dünya durdukça da aynen duracaktır.
Peki o zaman bu neyin kavgası?
Kavga düne değil bugüne ilişkin. Biz bugün geçmişi değil, bugünün politik ihtiyaçlarına cevap verecek bir hikâyeyi tartışıyoruz.
Bu her zaman böyle olur.
Politik toplumun o günkü ihtiyaçları açısından geçmişte olup bitenler yeniden gündeme getirilir. Neyin ne zaman gündeme geleceğini; neyin vurgulanıp neyin unutulacağını; bugünkü bilinç, bugünkü ihtiyaçlar – ve en önemlisi- bugünkü güçler dengesi belirler.
O yüzden, insanlık şimdiye kadar Nazilerin Auswich’te kaç kişiyi öldürdüğünü de, Çernobil’de kaç kişinin öldüğünü de, 1915’te bizim burada kaç Ermeni’nin öldüğünü ve öldürüldüğünü de bir türlü “tespit” edemedi gitti.
Şimdi, Büyük Felaket’in Yüzleşme Yılı’nda, bir kez daha aynı şey oluyor.
Avrupa Parlamentosu Ermeni Soykırımı tasarısını “adil bir hafıza” için değil, şu konjonktürde Türkiye ile arası hiç de iyi olmadığı için kabul ediyor. Son zamanlarda “çok olan” “burnu büyüyen” Türkiye’nin kendisini ezik hissetmesini istediği için kabul ediyor. Almanya’yı 20 yüzyılın ilk soykırımcı ülkesi olmaktan çıkarıp onun yerine Müslüman bir ülkeyi oturtmak Avrupa’da yükselen İslamofobia’ya uygun düştüğü için çıkıyor o tasarı AB parlamentosundan…
O yüzden ben, hükümete katılıyorum. Tarihi gerçekleri parlamentolarda oyçokluğuyla karar altına almaya kalkışan bu tip tasarıları pek ciddiye almaktan yana değilim.
Ne var ki önemli bir nokta var:
Bu tip girişimlerin en büyük zararı, Türkiye’yi reaksiyoner bir tutuma sokup tekrar eski devlet tezlerine sarılma noktasına getirmesi olur.
Bizim dikkat etmemiz gereken şey de bu…
Hükümetin son yıllarda Ermeni meselesinde ciddi bir açılım çabası içinde olduğunu biliyoruz. Erivan’la ilişkileri düzeltmek için yürütülen yoğun çalışmalar, Davutoğlu’nun “1915 Tehciri’ni benimsemiyoruz, gayriinsanî bir uygulama. ‘Adil hafıza’ ile taraflardaki dirençli kolektif bilinci yıkabiliriz” sözleri ve elbette ki geçtiğimiz 24 Nisan’da Başbakan Erdoğan’ın taziye ve özür mesajı…
Bütün bunlar Eski Türkiye’nin ezberlerini bozan radikal adımlardı. Ayrıca yine biliyoruz ki, 100. Yıl için birçok hazırlık yapılmaktaydı. 1915’ten beri yurtdışında yaşamakta olan Ermenilerin vatandaşlıktan çıkarılma kararlarının iptal edilerek vatandaşlık haklarının geri verilmesi, isteyene TC nüfus cüzdanı ve pasaportu verilmesi düşünülen jestlerden biriydi. Tarihsel topraklarına dönmek isteyenlere izin verilmesi, Osmanlı tapu kayıtlarının herkese açılması, askeri arşive erişim sağlanması, Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılan mekânın evin sahibi olan Kasapyan Ailesi’ne, Trabzon’daki Atatürk Köşkü’nün de Kabayannis Ailesi’ne iade edilmesi gibi birçok öneri de tartışılmaktaydı.
Ne var ki Yüzleşme Yılı’nda henüz bunlardan hiçbiri gündeme gelmedi. Hükümet, AB parlamentosundan çıkan kararı yok saymakta haklı olabilir; ama Ermenilerin haklı taleplerini yok saymak ya da savsaklamak olmaz.
Ne demişti Davutoğlu?
“Türkiye, kendi diasporası olan Ermenilerle acıyı paylaşabildiği anda sorun çözülecek.”
O zaman onların acılarını samimiyetle paylaşmalı ve bunu sözlerimizle, jestlerimizle ortaya koymanın yaratıcı yollarını bulabilmeliyiz.
Akşam gazetesi, 18.04.2015