Varsayalım ki “AKP samimi değil.” Çözüm sürecini devam ettirmek istemiyor.
Varsayalım ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sürecinde sarf ettiği “Dolmabahçe Mutabakatı” ile ilgili sözleri -ki çok daha
kötüsü, defalarca PKK’dan geldi-, sürece ilişkin olarak hükümetin tutumunu yansıtan tek söz olsun. Erdoğan’ın sürece ilişkin daha
sonraki olumlu açıklamalarını ve Başbakan Davutoğlu’nun sürece sahip çıkan diğer bütün açıklamalarını da unutalım.
Bu haliyle bile bu ülkede yeniden kanlı çarkı harekete geçirmek için yeterli /makul / meşru sebep yok. Ne Mustafa Kemal döneminin
Türkiye’si söz konusu, ne 90’ların. Ve Kürt meselesinde gelinen nokta, kalan hakların demokratik mücadele ile elde edilmesi için
olağanüstü bir alan açıyor.
Yani PKK’nın savaşa dönmek için öne sürdüğü gerekçelerin hiçbiri geçerli değil ve “devrimci halk savaşı”nın hiçbir ahlaki ve
siyasi zemini yok.
Tıpkı Avrupa Birliği reformlarının gümbür gümbür geldiği ve Kürt meselesinde olumlu anlamda tarihi bir kırılmanın yaşandığı
2004’te PKK’nın ateşkesi sonlandırma kararı almasındakine benzer bir durumdayız.
O dönemde de şiddete dönüş kararının anlamlı bir izahı yoktu, bugün de yok.
Bugünün tek farkı, haklı veya haksız sebeplerle iktidara yönelik olarak biriken tepkisellikle, bu kararı izah etmeye daha fazla
gönüllü bir basın ve kanaat belirleyicinin olması.
Akıl tutulmasının maliyeti insan hayatı
Yeniden kanlı bir dönemin eşiğinde duruyoruz ve her kesimden sağduyulu olanların iradesi galip gelmezse, yeniden ölümlerin,
yargısız infazların ve her çeşit insan hakları ihlallerinin işleneceği bir cehennemi dönemin kapısı açılacak.
Hali hazırda bu kapı aralandı da. Suruç saldırısıyla 32 insanın katledilmesiyle aralandı, evinde uyuyan iki polisin PKK tarafından
öldürülmesiyle, insan avıyla, “IŞİD’çi” denilerek iki insanın katledilmesiyle aralandı.
Seçimlere iki gün kala HDP mitingine hükümetin bomba koyduğuna veya Suruç saldırısını hükümetin yaptığına inanmanın akıl
dışılığını anlatmaya çalıştığımız bir ülke burası.
Basiretin bağlanması, aklın dumura uğraması tam da böyle bir şey.
Dünyanın en kötü niyetli hükümetinin bile, seçimden önce rakibini bombalatıp kendisine en az birkaç puan kaybettirebilecek bir
trajedi üretecek kadar aptal olamayacağını ihtimal dahilinde tutmadan, peşinen bu iddiaya inanmayı veya inanıyormuş gibi yapmayı
tercih ediyor pek çok insan.
PKK savaş kararını açıklıyor, ama sanki hükümet bu kararı vermiş gibi, HDP “24 Temmuz itibariyle Türkiye sonu belirsiz bir sürece
itildi. AKP Hükümeti, devlet kurumları ve ordu, çözüm ve barış sürecini, çatışmasızlık adı altındaki fiili ateşkesi ne yazık ki
sona erdiren adımları attı” diyor.
Çözüm Sürecinde hükümetin pek çok hatası olduğu doğru. Sürecin başarılı yönetilmediğini söylemek, Öcalan’a tecrit veya Erdoğan’ın
“masa yok” türünden sözlerini eleştirmek mümkün.
Ama HES yapımından baraja, HDP’lilere yönelik IŞİD veya başka odaklardan gelen saldırılardan hükümeti sorumlu tutmaya kadar çok
sayıda gerekçe sahiden saçma ve savaşa dönüş için ikna edici değil.
Üstelik çözüm sürecindeki hataların başka tür bir okunması da pekala mümkün ve buna göre hataları masaya yatırdığımızda, PKK ve
HDP’ninkiler çok daha fazla.
PKK’nın barış sürecinden yararlanarak birçok Kürt ilinde ciddi baskı kurduğu, vergilendirmeden mahkemeye kurumlar oluşturduğu,
tehdit, yol kesme ve kimlik denetimi, insan kaçırma ve öldürme hadiselerine imza attığı yalan değil. Demirtaş’ın, köylerde
baskıyla oy alındığı yönündeki şikayetler üzerine, “Kadıköy mü, Bakırköy mü?” cevabı espri olarak hoş olabilir ama bu bir cevap
değil. Pek çok insandan ben de dinledim yaşadıkları baskıya dair şikayetleri.
HDP kulağa hoş gelen demokratik söylemler üretirken, “IŞİD’çi” diye 6-8 Ekim’den beri sakallı insanlara yönelik bir insan avı da
yaşandı bu ülkede. Onların da yaşama hakları ihlal edildi. Tıpkı geçenlerde, evinde, eşinin hamile olduğunu öğrendikten yarım saat
sonra ailesinin gözleri önünde, “IŞİD’çi” suçlamasıyla YDGH tarafından öldürülen Ethem Türkben örneğinde olduğu gibi. Ama onların
esamisi okunmadı. “IŞİD çetelerinden biri yakalanıyor halkımız tarafından, üzerinden MİT kimliği çıkıyor” diyen HDP’nin diğer
eşbaşkanının sözünde bir sorun gören de olmadı.
“Genel eleştirel duruş”un sırası değil
Bugünlerde Tv’lerde “AKP’yle barış olmaz”cılar, “PKK silah bırakmasın”cılar, “biz dememiş miydik”çiler, şevkle PKK’nın savaş
kararını rasyonalize etmeye, hatta savaş kararını hükümetin aldığını kanıtlamaya çalışıyorlar.
Üstelik de PKK “devrimci halk savaşı başlamıştır, halkımız silahlanmalıdır” demesine rağmen.
Realiteyi bu kadar tek taraflı okuyanlardan, Suruç’da ölen gençleri anarken, Çözüm Sürecinde PKK tarafından yaşama hakları
ellerinden alınan “öteki kurbanları” görmeyenlerden fayda beklenmemeli.
Savaşacak ve ölecek olanlar onlar değil ve ateşe su dökecek sözler de onlardan gelmeyecek. Olan yine, bu kavgada hiç günahı
olmayan o gencecik iki polis örneğindeki gibi, masum insanlara olacak.
Bu yüzden de şimdi “şiddet nereden gelirse gelin”ci konforun sırası değil.
Sahiden derde deva söz söylemek, şiddet hali hazırda nereden geliyorsa adını koymak ve bunun sorumluluğunu yüklenmek gerek.
PKK’nın “devrimci halk savaşı”nı açıkça mahkum etmek; yeni kurulacak hükümete de, Kürt barışını tamamına erdirecek adımları atmayı
telkin etmek gerek.
Yarın ölüm içgüdüsü kana yeterince doyduğunda, dönüp dolaşıp geleceğimiz nokta bu olacak.
Ama bu arada kaybedilecek canların utancını ve günahını taşıyarak.
Gönül istiyor ki bütün bunlar yaşanmadan o uğursuz eşikten ayağımızı çekelim.
Serbestiyet, 27.07.2015