Kürtler Kürt de olabiliyor!

Çankaya’nın üçüncü adayı Selahattin Demirtaş da “Tutum Belgesi”ni açıkladı. “Yeni Yaşam Çağrısı” ile Cumhurbaşkanlığı perspektifini ortaya koyan Demirtaş’ın adaylığı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu ne şekilde tecelli ederse etsin, iki bakımdan anlamlı: İlki, Demirtaş’ın Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin inkâr ettiği, yok addettiği bir kimliğin temsilcisi olarak yarışacak olması. Cumhuriyetçi jargonda “Kürtler bu ülkede her şey olabiliyor” sözü çok kullanılır. Bununla bireylerin etnik kimlikleri üzerinden bir ayrımcılığa tabi tutulmadıkları, devlet görevlerine getirilmede herkese eşit şans tanındığı anlatılmak istenir. Oysa bu, gerçekliğe tekabül etmez. Gerçekte bir Kürdün devlet yönetiminde bir makama getirilmesinin ön şartı, çok yakın zamana kadar, kendi kimliğine ilişkin taleplerden vazgeçmesi, kimliğini baskılaması veya gizlemesiydi. Kimliğiyle birlikte kamusal alana çıkanlara karşı ise devlet çok acımasızdı. Mesela 1980’den önce cumhurbaşkanlığına aday olan Mardin Bağımsız Milletvekili Nurettin Yılmaz bunlardan biriydi. Yılmaz’a bu cüretinin (!) bedeli, 12 Eylül Darbesi’nden sonra Diyarbakır Cezaevi’nde acı bir şekilde ödetildi. Bugün farklı bir durum var ama. Rejimi temsil eden ve 1960 sonrasında bir vesayet makamı olarak kurgulanan Çankaya’ya bir Kürt, kimliğine sahip çıkarak aday oluyor. Bahçeli’nin acınası karşı çıkışı hariç toplumda buna karşı herhangi bir tepki görülmüyor. Herkes adaylığı doğal olarak karşılıyor. Bu da Türkiye’nin normalleşmesine, yani herkesin kendisi olarak var olmasına ve kamusal görev ifa etmesine ivme kazandırıyor. Birlikte yaşama iradesi İkincisi, Türkiye ile birlikte yaşama iradesinin-bir kez daha- tescil edilmesidir. Yıllar yılı hep “ayrılıkçı”, ‘bölücü’ olarak damgalanmış bir siyasi hareket, ülkenin birliğini simgeleyen en üst mevkie talip oluyor. Tercihini bu yönde kullanan bir hareket ayrılıkçı olamaz. Nitekim Demirtaş da buna vurgu yapıyor: “Benim cumhurbaşkanlığı adaylığım aslında birlikte yaşama isteğinin en somut göstergesidir. Eğer Kürtler de bana oy vererek desteklerlerse, demek ki Kürtler bu ülkeden ayrılalım, sınır çekelim, artık bir arada yaşamayalım duygusu içinde değiller. Çünkü Türkiye’nin cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanıdır. Buna aday olan kişi ülkeyi bölmek içim aday olmaz. Ülkede birliği daha da güçlendirmek için görev yapar.” Yani ortada artık ayrılıkçı bir hedefin peşinde koşan bir siyasi hareket yok. Sistemi meşru mekanizmalarla değiştirmek, yeni bir düzen/yeni bir Türkiye kurmak ve bu kurulacak düzenin belirleyici aktörü olmak isteyen bir hareket var. Bu dönüşüm son derece hayırlı; çünkü hem memleketin -her daim köpürtülmeye çalışılan- bölünme fobisinden kurtulmasına hizmet ediyor, hem de Kürt siyasetini daha kapsayıcı ve ılımlı bir söylem geliştirmeye yöneltiyor. Hem demokrasi hem barış Seçim sürecinde Demirtaş’ın iki önemli avantajı var: İlk olarak, Demirtaş kendini “halkların adayı” olarak konumlandırıyor. Sesi kısılanların, sesi bastırılanların veya sesi yeterince duyulmayanların sesi olmayı amaç belleyen bir aday portresi çizmeye çalışıyor. Toplumda mağdur kılınmış tüm kesimlere seslenebilme; Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin, dezavantajlı cinsel grupların, başörtülülerin, vicdani retçilerin ve diğerlerinin taleplerini siyasetin merkezine oturtma iddiası taşıyor. Bunun söylem düzeyinde Demirtaş’a geniş bir hareket serbestisi sağladığı aşikâr. Vizyon metninde -Türkiye’de birçok kesimin savunduğu- çoğulculuk, özgürlükçü laiklik, kadın hakları, ademimerkeziyetçilik, vb. kavramlar art arda sıralanıyor. Bu çok önemli; çünkü siyasi söylem bu kavramlar etrafında örüldüğü ölçüde, hem toplumsal farkındalık yaratılır ve hem de diğer iki aday bu konularda bir pozisyon almaya zorlanır. Türkiye siyaseti açısında bu da ciddi bir kazanım olur. İkinci olarak, Demirtaş Çözüm Süreci’nin bir tarafı olarak seçimlere giriyor. Süreç hemen her kesiminden destek görüyor, toplumsal iklimi yumuşatıyor ve siyasi alanı genişletiyor. Süreci sahiplenmek ve sabote edici hareketlerden -Gezi ve 17 Aralık gibi- uzak durmak, Kürt siyasetinin toplumsal kredisini de yükseltiyor. Tüm bunlar Demirtaş için imkânlar yaratıyor. Demirtaş cumhurbaşkanlığı seçimini, sürecin derinleşmesini sağlayacak bir kampanya gibi örgütleyebilir.“Demokrasi mi, yoksa barış mı?” gibi absürd bir tartışmaya girmeden Türkiye demokratikleşmesi ile barışın inşasını ortaklaştırabilir. Metinde zaten bunun işaretleri vardı: “Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesiyle eş zamanlı yürüyecek bir süreçtir. Sorun çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek, Türkiye demokratikleştikçe çözüm hız kazanacaktır. Bunu sağlayacak irade, yıllardır barış mücadelesini yürüten bizlerde, Türkiye’nin demokrasi güçlerinde vardır.” Ana muhalefet potansiyeli Gerek mağdur kesimlerin sözcülüğünü üstlenme ve gerek çözüm inisiyatifini sahiplenme, Kürt siyasetine ana muhalefet olma fırsatı tanıyor. Çünkü her iki konuda da CHP ve MHP özgürlükçü değerlerin savunuculuğunu yapmıyor ve hatta iktidardan çok daha geri bir noktada duruyorlar. Bu da bir muhalefet boşluğu yaratıyor. Kürt siyaseti, salt sadece Kürt kimliğine odaklanarak değil, bütün mağdur grupları temsil etmeye ve Türkiye’nin genel sorunlarına çözümler üreten bir siyasi anlayış geliştirmeye çalışarak bu boşluğu doldurmak istiyor. Sayısal olarak olmasa bile, ahlaki ve siyasi olarak ana-muhalefetin işlevini görmeye talip oluyor. Ve handikaplar Ancak Kürt siyasetinin bu noktada bazı handikapları var. Bunlar üç başlık altında toplanabilir: Birincisi, her şeyden önce aday belirleme sürecinde CHP ile flört etmeleri siyaseten hataydı. Rıza Türmen’i aday göstermesi halinde CHP’yi destekleyeceklerini açıklamaları, Kürt seçmen nezdinde not edilmiş durumda. Demirtaş, şimdiye kadar katıldığı programlarda, neden böyle bir ittifaka ihtiyaç duydukları konusunda tatmin edici cevaplar veremedi. Bu nedenle bundan sonraki dönemde AKP ve Erdoğan’ın, CHP ile işbirliği yapma çabasının yanlışlığı üzerinden Demirtaş’ı zorlamaya çalışacaklarını tahmin etmek mümkün. CHP ile ittifakın gerçekleşmemesi Kürt siyaseti için hayırlı oldu. Eğer Erdoğan nefretiyle malul bazılarının tavsiyelerine uyularak Türmen desteklenmiş olsaydı, seçimler BDP/HDP için bir fiyaskoyla sonuçlanabilirdi. Çünkü Kürt seçmenlerini bugün itibariyle CHP’ye yöneltmek ve onun adayını destekler hale getirmek imkânsızdı. Dolayısıyla CHP ile yapılacak bir işbirliği, en güçlü olduğu yerlerde dahi Kürt siyasetinin ağır bir yenilgi almasına neden olabilirdi. Neyse ki CHP müttefik olarak Kürt siyasetini değil de MHP’yi tercih etti ve bu tehlike de ortadan kalktı. Ancak bu işbirliği çabasının kayda geçtiği ve sürekli bir sorgulamaya tabi tutulacağı da unutulmamalı. Doz meselesi İkincisi, farklı kesimleri bir arada tutmaya çalışacağı için Demirtaş’ın bir söylem birliği oluşturmakta zorlanacak olmasıdır. Demirtaş bir taraftan Kürt temsiliyetinin önemini vurgulayacak, bir taraftan HDP projesinin bir gereği olarak sol ve Gezi’den kaynaklı hassasiyetlerin altını çizecek ve bir taraftan da İhsanoğlu tercihinden rahatsız CHP’lileri -özellikle Alevileri ve ulusalcıları- çekmeye çalışacak. Bunun çok zor bir iş olduğunu söylemeye gerek yok. Birini memnun edecek bir söz, bir diğerini çok rahatsız edebilir. Misal Demirtaş; anadilde eğitimi, özerkliği, PKK’lilerin siyaset hakkını savunduğunda bugün onu savunur görünen bazı kesimlerin tüyleri diken diken olacaktır. Üçüncüsü, Demirtaş’ın kampanyasının AKP karşıtı bir dile evrilme ihtimalinin yüksekliğidir. Demirtaş, en fazla oyu Kürt illerinden alacaktır. Bu, belli. Buradaki en büyük rakibi ise AKP’dir. Dolayısıyla oylarını artırması için AKP seçmenine de yönelmesi, onları ikna etmesi, onların duyarlılıklarını da gözetmesi gerekecek. Siyasi tablo bunu zorunlu kılıyor. Fakat Demirtaş’ı asiste eden ve Kürt siyaseti üzerindeki etkilerinin hem fazla hem de olumsuz olduğuna ilişkin eleştirilerle gündeme gelen çevrelerin tavırlarına bakıldığında, AKP’li seçmeni de hesaba katan bir siyasi dilin kurulması oldukça güç görünüyor. Aksine doz rahatlıkla aşılabilir; Demirtaş’ın söylemi kolaylıkla Erdoğan nefretiyle buluşabilir, anti-AKP’ci bir çizgiye dönüşebilir. Sloganlar ve temalar Gezici (diktatör, otoriter, tek adam) ve 17 Aralıkçı (hırsız, yolsuz) bir üsluba yaslanabilir. Çünkü Demirtaş’ı destekleyen bazı çevrelerin asıl gayesi, Demirtaş’ın oylarını yükseltmek değil, ilk turda Kürtlerin oylarının Erdoğan’a gitmesini engellemektir. Demirtaş’a destekleri bunu becerebildiği ölçüde devam edecektir. İkinci tur Nitekim tutum belgesinin açıklandığı toplantıda -bir iki istisna dışında- bütün sorular ikinci turda nasıl bir tavır alınacağına ilişkindi. Demirtaş, eğer ikinci tura kalmazlarsa boykot seçeneğini de değerlendireceklerini belirtti ama ben Kürt siyasetinin bir boykot kararı alacağını düşünmüyorum. Zira ilk turuna katıldığınız ve taraftarlarınızı seferber ettiğiniz bir yarışın ikinci turuna katılmamayı seçmenlere anlatmak ve kabul ettirmek zor. Böyle bir karar alınsa bile seçmenler buna riayet etmeyebilirler, bu da Kürt siyaseti için bir ciddi bir sıkıntı olur. Özellikle de cumhurbaşkanlığı seçiminin Kürt barışının da geleceğini belirleyecek bir tercihi ifade edeceği göz önüne alındığında. Bundan ötürü Kürt siyaseti seçim ikinci tura kaldığında -çok büyük bir olasılıkla- seçmenini serbest bırakacaktır. Demirtaş, hiçbir adaya seçmenlerini yönlendirmemenin kendileri için “ilkesel bir tutum” olduğunu ifade etti. Ancak bu tutum, daha önce Kürt siyasetiyle hiçbir işi olmayan ama bugün Demirtaş etrafında kümelenmiş görünenleri tatmin etmiyor. Seçmenleri tercihleri noktasında serbest bırakmanın zımnen Erdoğan’ı desteklemek anlamına geldiğini belirtiyorlar. Bu nedenle de Demirtaş’tan Erdoğan’a oy verilmeyeceğini net bir şekilde açıklayan bir cümle duymak istiyorlar. Bu da Demirtaş’a gösterilen teveccühün altında, ona duyulan sevgiden ziyade Erdoğan’a veya daha temelde tam da Kürt barışına duyulan nefretin yattığını gösteriyor. Yeni dönemde Kürt siyaseti Önümüzdeki dönem, Kürt siyasetine daha önce hiç olmadığı kadar zengin bir potansiyel sunuyor. Ama yukarıda dile getirilen handikapları aşarak bu potansiyeli aktüel hale getirmek ona bağlı. Bir yandan iktidarı daha ileri bir noktadan eleştirmek, diğer yandan ona dost görünen ama onun demokratik muhalefetini süreci sabote edecek bir rejim krizine dönüştürmeye çalışan unsurların dolduruşuna gelmemek gibi ince bir çizgide ilerlemeyi aynı anda başarması gerek. Bir yandan bütün eleştirilerine karşın süreci birlikte yürüttüğü partnerini düşmanlaştırmadan yola devam etmek, diğer yandan kendi savaşını Kürtlere verdirmeye çalışanların ideolojik ve sınıfsal gündemlerine teslim olmamak; onları gereğinden fazla önemsememek… Cumhurbaşkanlığı seçim süreci bu çizginin sınaması olacak. Bu anlamda yeni bir ana muhalefetin siyasi ve moral zemininin inşa edilip edilemeyeceğinin de… 20-07-2014 / Star – Açık Görüş

Serbestiyet, 21.07.2014

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et