Yargısal aktivizm Türkiye”de gündemden hiç düşmeyen bir konu. Ne var ki, birçok mesele gibi yargısal aktivizm de ön yargılarla ve ideolojik tarafgirlikle ele alınıyor. Kişiler ve toplumsal kesimler yargısal aktivizmin hoşlarına giden sonuçlarını alkışlarken hoşlarına gitmeyen sonuçlarını topa tutuyor.
Yargısal aktivizm nedir? Bu konuda yapılmış akademik çalışmalar var mıdır? Bu yılın Nisan ayında yargısal aktivizm hakkında Serdar Korucu tarafından yazılmış önemli bir kitap yayımlandı: “Yargısal Aktivizm” (Seçkin Yayıncılık). Kitabın alt başlığı konusunu daha da açıyor: “Anayasal Sınırların Yargısal Yollarla Belirlenmesi Sorunu”. Kitap yargısal aktivizmin tarihi, mahiyeti, iyi ve kötü sonuçları ve kötü sonuçlarının önüne nasıl geçilebileceği hakkında yararlı bilgiler ve tahliller ihtiva ediyor.
Korucu”nun aktardığı bilgilere göre, ilk kez 1947 yılında ABD”de kullanılan yargısal aktivizm kavramı, anayasaya uygunluk denetimi yapan yargı organlarının hukukî denetim sınırlarını aşarak karar alması durumunu ifade etmektedir. 1961 anayasası ile kurulan bizdeki Anayasa Mahkemesi”nin siyasete açık müdahale niteliğindeki pek çok kararı dolayısıyla bu kavram, ülkemizde genellikle negatif bir çağrışıma sahiptir. Oysa, yargısal aktivizm, daha soğukkanlı biçimde ele alınması gereken bir kavramdır. Anayasa Mahkemesi”nin hukukî sınırları aşmak suretiyle demokratik siyaset alanını kuşatabileceği doğrudur; ancak, etkisiz kalan olağan yargısal denetim sınırlarını aşarak, devlet iktidarına karşı bireysel özgürlüklerin çok kuvvetli bir güvencesi olabileceği de unutulmamalıdır.
Anayasacılık düşüncesi liberal siyasî teoriyle iç içedir ve siyasî iktidarın (yani seçimle gelen hükümetin ve bürokrasinin) bireysel özgürlükler lehine sınırlandırılmasını gerektirir. Anayasa yargısı da bu bağlamda ortaya çıkan bir denetim yoludur ve soyut anayasal düzenlemeleri somutlaştırarak bireylere sağlanan anayasal güvencelerin korunmasını amaçlar. Ancak, yargının, soyut anayasal düzenlemeleri somutlaştırırken tam aksi yönde hareket etmesi ve demokratik karar alma sürecini tahrip etmesi, hatta, Türkiye”de örnekleri görüldüğü gibi, haklara zarar vermesi de mümkündür. Yargısal aktivizmin anayasal demokrasiler bakımından hem bir tehdit, hem de bir güvence niteliğine sahip olduğu kabul edildiğinde, aktivist yargısal tutumdan kaynaklanabilecek tehditlerin nasıl önlenebileceği sorusu daha büyük önem kazanmaktadır.
Günümüzde yaşayan anayasal demokrasilerde, yasama ve yürütme yetkilerinin kötüye kullanılmasını önlemeye yönelik birtakım tedbirler bulunmaktadır. Ancak, yargısal yetkilerin kötüye kullanılmasını önleyici tedbirler henüz tatmin edici düzeyde gelişmiş değil. Özellikle anayasa mahkemelerinin yozlaşması ve bireysel özgürlüklere tehdit teşkil etmeye başlaması durumunda ne olacağı belirsiz. Korucu”nu bu çalışması, yargısal gücün kötüye kullanılmasını önlemeye yönelik iki öneriye yer vermekte: 1)Anayasa yargısı için geçerli olacak bir temyiz mekanizmasının kurulması ve 2) “Sosyal hakların” anayasaya uygunluk denetiminde ölçü norm olmaktan çıkarılması.
Liberal ilkelere göre dizayn edilen anayasal bir demokrasi, siyasî iktidarın yozlaşarak birey haklarını tehdit eder hâle gelmesini önlemeye yönelik kural ve mekanizmalardan oluşur. Bunun sebebi, iktidarın, doğası gereği, yozlaşmaya meyilli olmasıdır. Anayasayı değiştirebilme gücüne sahip parlamento çoğunluğunun Anayasa Mahkemesi kararlarını geçersiz kılabilmesi, yargısal gücün yozlaşması ihtimâline karşı en etkili korunma yollarından biridir. Anayasada yapılacak her değişiklik Anayasa Mahkemesi”ni de bağlayıcı olacağına göre, anayasayı değiştirebilecek olan üçte ikilik veya beşte üçlük bir parlamento çoğunluğunun Anayasa Mahkemesi kararını geçersiz kılabilmesi gerekir. Böylece yasama işlemlerini denetleyen Anayasa Mahkemesi kararlarının denetimsiz kalması önlenmiş olacaktır.
Yargısal aktivizmin demokratik işleyişi tahrip etmesini önlemenin yollarının ikincisi sosyal hakların ölçü norm olmaktan çıkarılmasıdır. Bilindiği gibi, liberal anayasacılık anlayışı siyasî iktidarın sınırlandırılmasını sağlamaya yöneliktir ve bu nedenle hazırlanan ilk anayasalarda hak ve özgürlükler negatif karakterlidir. Bu dönemde anayasa yargısının temel işlevi de bireyleri yasamanın muhtemel hak ihlâllerine karşı korumaktır. Ancak, ekonomik ve sosyal hak taleplerinin anayasal düzenleme hâline getirilmesiyle birlikte, anayasa mahkemeleri ekonomik ve sosyal politikaların nihaî belirleyicisi konumuna yükselmiştir. Toplumsal zenginliğin hangi toplumsal kesimlere ve hangi oranda dağıtılacağı yargısal bir mesele değildir. Bu konuyu yargısal düzeyde ele almak, demokratik müzakere sürecinin sonuçlarına dışardan müdahale etmek anlamına gelir. Dolayısıyla, yapılacak bir anayasa değişikliği ile sosyal hakların ölçü norm olmaktan çıkarılması sağlanmalıdır.
Korucu bu çalışmasıyla ülkemizde yargısal aktivizmin ne olduğunu kavramsal düzeyde belirginleştirmeye önemli bir katkı sağlamakta. Kitabı alanında öncü bir eser. Yargısal aktivizm kavramının tanımı, tarihçesi ve birbirinden farklı yargısal aktivizm türlerine de ülkemizde ilk kez ayrıntılı biçimde bu eserde yer verilmekte. Kitap, ayrıca, yargısal aktivizmin meşru olmayan görünüm biçimlerini önlemeye yönelik mekanizmalar üzerinde durmakta ve Türk anayasa hukuku doktrinine özgün bir katkı sağlamakta. Yargısal aktivizmden çok çeken Türkiye kitaptaki yargısal aktivizmin zararlarını önlemeye yönelik tedbir önerilerini dikkate almalı ve uygulamaya çalışmalı.
05.07.2014, Yeni Şafak