Türkiye’de çok partili hayata geçildiğinden buyana vesayetçi-oligarşik statüko sebebiyle demokratik siyaset pratiği ve kültürü hep zayıf ve kırılgan olageldi. Statükoya karşı 2000’li yıllar boyunca yürütülen mücadele sembolik olarak 12 Eylül 2010 referandumu ile başarıya ulaştığında demokratik siyaset için daha geniş bir alan da açılmış oldu. Yaklaşık bir yıl kadar önce 21 Mart 2013 tarihinde başlayan Barış Süreci ile bu alan iyice genişledi. Toplum olarak bu alanın etkin bir şekilde kullanımı ve kalıcı hale gelecek bir demokratik siyaset arenasına dönüştürülmesi gibi bir meseleyle karşı karşıyayız. Zira açık ve özgür bir topluma giden yolda demokratik siyasetin güçlenmesi önemli bir faktördür.
Bu bağlamda siyasî partilerin demokratik siyasete adaptasyonu ve demokratik siyaset performansının ne durumda olduğunun soruşturulması gerekir. Zira, eğer olacaksa, demokratik siyasete yönelik dönüşümün hem taşıyıcısı hem de bu siyasetin başat aktörleri siyasî partilerdir. Başka siyasî aktörler gibi partilerin de demokratik siyasetin gönüllü veya zorunlu acemisi/yabancısı olduklarını söyleyebiliriz. Çünkü çok uzun bir süredir ülkede siyaset vesayet ve şiddet kıskacında yürütülmek durumundaydı. Bu kıskaç altında siyasî partilerin hareket edeceği alan o kadar dardı ki, bütün enerjilerini bu dar alanda manevra yapabilme kabiliyetlerini geliştirmeye hasrettiler. Şimdi ise partiler kendilerini ortasında buldukları bu geniş siyaset arenasını nasıl kullanacaklarını öğrenmeye, keşfetmeye ve yeni yetiler geliştirmeye zorlanmış durumdalar. İçinde bulunduğumuz üç aşamalı yoğun seçim periyodu, eğer fırsat iyi kullanılabilirse bu “zorlanmanın” bir tür hızlı öğrenme kursunda geçirilmesi anlamına gelebilir. Bu kurs bittiğinde siyasî partilerin demokratik siyaset performanslarının geçmişleri ile kıyaslandığında ne durumda olacağını göreceğiz. Ancak kurs devam ederken de bir değerlendirme yapmakta fayda var.
Bu bağlamda siyasî partilerin demokratik siyasete adaptasyon performansı a) vesayet karşısındaki tutum ve b) şiddet karşısındaki tutum ve c) demokratik siyasa üretme olmak üzere üç temel kriter üzerinden değerlendirmeye tabi tutulabilir. Burada MHP ve CHP’nin halihazırdaki durumlarını bu üç kriter bakımından ele almak istiyorum.
Türkiye’de yaşadığımız/yaşamakta olduğumuz rejim değişiklinde, MHP toplumsal değişimi siyasî sisteme taşıyan öncü bir aktör rolünde değildi. Lakin bu siyasî değişime ayak direyen ve zorlaştıran bir rol de üstlenmedi. Aksine, MHP yaşanan bu siyasî değişimi olumlu bir edilgenlik göstererek destekledi. Böylece dağılan ve silinen diğer partilerin aksine önemli bir oy oranıyla yeni siyasî dönemin aktörleri arasında yerini aldı. MHP’nin yıkılan eski rejimin altında kalmamasının ilk ve temel sebebi vesayet karşıtı aldığı pozisyondur. MHP askeri vesayete karşı bir cephe savaşına hiçbir zaman girmese de kritik zamanlarda aldığı pozisyonlar ile sivil ve demokratik siyasetin önünü açan bir işlev gördü. Vesayet kriteri bakımından değerlendirildiğinde MHP’ye orta not vermek gerekir.
MHP’nin demokratik siyaset adaptasyonunu şiddet kriteri bakımından değerlendirdiğimizde yüksek bir performanstan bahsedebiliriz. MHP’nin genel performansının değerlendirilmesinde şiddet kriterinin daha yüksek bir oran ile hesaba katılması gerekir. Hem 1980 öncesi sol-sağ sokak şiddetindeki yerinin partinin tarihsel kimliğine/imajına yapışmış olması sebebiyle, hem de son dönem Kürt meselesiyle ilgili olarak olası şiddet sarmalı için uygun zıt kutup olması bakımından bu kriterden iyi not alması anlamlıdır. MHP kitlesini ve üyelerini siyasî şiddetten özenle ve tavizsiz uzak tutan ve dolayısıyla seçimleri ve demokratik siyaseti koruyan bir portre çizmektedir. Sokak şiddeti karşısında aktif koruyucu tutumu ile MHP, ironi gibi görünse de, Barış Sürecinin en önemli sigortalarından biri durumundadır.
MHP’nin siyasa üretme kriterindeki notu ise zayıftır. MHP bir perspektif içinden siyasî değişimi yönlendirecek veya biçimlendirecek siyasalar üretme konusunda en ufak bir kıpırdanma işareti dâhi vermiyor. Eskiden beri MHP demokratik siyasa üretme konusunda başarısızdı ve daha ziyade milliyetçi reaksiyon ile doğrusal orantı içinde oylarında artma veya azalma yaşanıyordu. MHP halen ülkenin sorunlarına çözümler veya ülkenin geleceğine dair herhangi bir vizyon ve siyasa sunmanın çok ötesinde bulunuyor. Demokratik siyaset arenasının genişlemesi sırf reaksiyon üzerinden siyaset yürütmenin gittikçe zorlaşacağı ve uzun vadede sürdürülebilir olamayacağı anlamına geliyor. Geçiş evresinde bir süre daha bu şekilde devam edilse bile demokrasi yerleşip güçlendikçe bu yöntem, en azından büyük partiler için, işe yaramaz hale gelecektir. Bu bakımdan MHP’nin etkin bir parti olarak yola devam edebilmesi ekonomi, hukuk, dış politika gibi alanlarda vizyon ve siyasaya geliştirmesine bağlı gibi görünüyor. MHP’nin vesayet karşısında olumlu edilgen, şiddet karşısında aktif koruyucu olumlu profilini, siyasa üretme konusundaki ‘niyet bile göstermeyen’ hali olumsuza dönüştürüyor.
Demokratik siyaset acemiliği konusunda şüphesiz ki CHP başı çeken partiler arasındadır. Bu da şaşırtışı bir sonuç değil, zira kurucu-devlet partisi olarak CHP 2010 yılına kadar demokratik siyasete neredeyse hiç ihtiyaç duymadı. Malumun ilanı olarak CHP’nin vesayet kriteri bakımından notu yerlerde sürünüyor. CHP vesayete karşı olmak bir yana vesayet ile kendini var eden bir parti oldu. Çok partili hayata geçişte başlangıçta siyaset yapmak gibi can sıkıcı bir durumda kalsa da 27 Mayıs darbesiyle bu zorunluluktan pek çabuk kurtuldu. Bu darbe vasıtasıyla rejim “ele güne karşı demokrasi” görünümü altında işleyecek Kemalist vesayetçiliği kurdu ve zamanla kurumsallaştırdı. CHP dokunulmaz devlet ideolojisi ve onun uzanımı olan politikalarla eş-uyum içindeydi ve bir nevi devlet partisi kotasında her daim (ideolojisi) iktidardı. Partililerin statü, makam, mevki ve itibar görme talep ve beklentileri ise üzerinde “Hamili kart yakinimdir, imza Devlet” yazan çağdaş laik yurttaş kartı sayesinde giderilebiliyordu. O yüzdendir, partililer de dâhil pek çoklarının zihninde hükümet/iktidar olmayı hedeflemeyen parti olarak yerleşmesi. Çünkü hükümet olmadan, iktidarın ‘nimetlerinden’ pekâlâ yaralanabiliyordu.
Devlet tarafından kayrılan bir parti olma durumu 2010 referandumu ile sonlanınca CHP’nin vesayet karşısındaki aldığı pozisyon ürkek ve usulen söylenen bir “darbeye de karşıyız” seviyesine yükseldi. Ancak Cemaatin 17 Aralık operasyonu adeta demokratik siyaset yapmaya üşenen CHP’ye ilaç gibi yetişti. Böylece CHP yerel seçimlerde başarıyı yeni bir “vasi” ile aramaya gönüllü oldu. Bu gelişme CHP’nin eğer olacaksa demokratik siyasete adaptasyonunu ağırlaştırıyor ve demokratik siyaset arenasında etkisiz bir aktör konumunda tutuyor. CHP’nin demokratik siyasete adaptasyonu önündeki en büyük engel vesayet karşısında aldığı bu ‘yardım ve yataklık’ rolünden vazgeçememesidir.
CHP’nin siyasal şiddet bakımından değerlendirilmesine geldiğimizde notunun orta olduğunu söyleyebiliriz. CHP’de bir sokak şiddeti geleneği yok, ancak son dönemde şiddeti meşru ve gerekli bir siyasî araç gören devrimci sol örgüt ve gruplar ile çeşitli gösteriler üzerinden yakın bir temasa girdiğini görüyoruz. Sokak şiddeti ile CHP’nin yaşadığı bu çekingen/belki fırsatçı flört şimdilik demokratik siyaset üzerinde ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Lakin iktidar partisinin hegemonyası karşısında yaşanan/yaşanacak her başarısızlığın/çaresizliğin geleceğe dair bir umuda dönüştürülemediği, gittikçe derinleştiği her durumda, bu flört CHP’nin demokratik siyaset acemiliği de dikkate alındığında bir tür serseri mayın veya dinamite dönüşebilir.
Gelelim demokratik siyasa üretme bakımından CHP’nin değerlendirilmesine. CHP siyasa üretmek için gerekliliklerden biri olan bir ideolojiye/vizyona sahip olma koşulunu taşıyor aslında. Ancak CHP’nin sahip olduğu “vizyon” bugün ve geleceğe değil, düne ve geçmişe yönelmiş durumda. CHP Türkiye’deki toplumsal değişimin taşıyıcılığını yapamadığı gibi, bu değişimin siyasî yapıya yansımasına karşı aktif bir direniş gösterdi. Bu statükoyu koruma direnci, CHP’de demokratik siyasa üretebilecek dinamiğin ortaya çıkmasının ve bu kanalların açılmasının önündeki en büyük engel olarak görünüyor. Eski ve yeni arasındaki sıkışmış git-gel hali ile parti yeni bir vizyon ve dolayısıyla demokratik siyasa üretme konusunda yetersiz ve tıkanmış halde önümüzde duruyor. Bu tıkanmışlık hali partiyi büyük ölçüde diğer siyasî aktörlerin söylem ve politikaları karşısında negatif reaksiyoner veya arkadan sürüklenen etkisiz bir unsur konumuna düşürüyor. Demokratik siyasete adaptasyon açısından CHP’nin vesayet karşısındaki tutumu ve demokratik siyasa üretme konusunda aldığı çok düşük notlar hem demokratik siyasete adapte olma hem de demokratik siyaseti güçlendirme konusunda kötü bir performansa sahip olmasına yol açmaktadır. CHP’nin ana muhalefet partisi olması ve 12 yıllık bir AKP hükümeti karşısında “görünüşte” en yakın alternatif olduğu gerçeği demokratik siyaset konusunda alınan bu düşük notu çok daha kritik bir hale dönüştürüyor. Zira, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ve güçlenmesi açısından eksikliği hissedilen en önemli unsurlardan biri güçlü ve hükümete alternatif oluşturabilecek bir muhalefet partisidir.
Türkiye’de demokrasinin hem yapısal hem sosyo-psikolojik olarak yerleşip kökleşmesi için siyasi partilerin “demokratik siyaset performansı” notlarında istikrarlı bir yükseliş sağlanması aşılması gereken bariyerlerden biri olarak önümüzde duruyor. Türkiye’de, partilerin vesayet ve şiddet konusunda tavizsiz ve şüpheye yer bırakmayacak bir netlikte aleyhte tutum aldıkları, bunun yanında partiler arasındaki farklılığı/tercihi büyük ölçüde taşıdıkları ideoloji/vizyon ve üretilen demokratik siyasanın şekillendirdiği bir gelecek pek de fena bir senaryo olmazdı hani…