Ve hükûmet Twitter’ı kapattı. Bunu yaparak ne kazandı? Aklı selim bir insan “hiçbir şey” diyebilir. Sonuçta artık Twitter daha fazla kullanılmaya başlandı. Heralde başbakanın amacı da bu değildir. Suçu “paralel yapı”ya da yıkmadıklarına göre baya baya “twitterın mivitırın sosyal medyanın” kökünü kazımayı amaçlıyorlar gerçekten.
Şimdi asıl soru şu, “Twitterı ve ifade özgürlüğünü destekleyenlerin muhalafetini kazanmaktan başka pratik olarak bir değeri bulunmayan bir yasağı başbakan niye koydu?”. Açıkçası hükûmetin bütün kötü eğilimlerine rağmen bu tür bir acziyete düşeceğine ihtimal vermemiştim. Ama şimdi birincil önceliği hükûmeti korumak olanların bakış açılarını değiştirmeye ihtiyacı olduğu açık. Yapılan sadece basit bir sitenin TİB gibi sıradan bir “emir kulu” bürokrasisi tarafından kapatılması değil. Twitter uluslararası bir fenomen; aynen GSMH ölçümlerinin diğer ülkerle olan ekonomik karşılaştırmalarda size kendi ülkeniz hakkında verdiği bilgiler gibi, Twitter gibi popüler sosyal iletişim ağlarının da benzer bir ölçüm yetenekleri var. Bu ölçüm sadece ifade hürriyetinin kapsamı ile alâkalı değil ama ayrıca hükûmetin muhalafete ne ölçüde musamahakâr olduğunun da göstergesi. (Muhalafetin akıl dışı hoşgörüsüzlüğü şu an konumuz değil.)
Tekrar sorumuza geri dönelim. Hükûmet bu kadar önemli bir meselede nasıl bu kadar pervasız olabiliyor? Bence burada amaç artık Twitter yoluyla insanların iletişimini kesmek değil. Bunun gerçekleşmediği ortada ve herhalde hükûmet bunu biliyor, en azından cumhurbaşkanını “takip” ediyorlardır. Maalesef amaç daha ürkütücü. Başbakan bize ve dünyaya, Türkiye’de kamu politikalarının oluşturulmasında tek yetkili kişi olduğunu göstermek istiyor. Seçilen üslup ve pratik değeri olmayan yasaklar bunun en güzel kanıtı. Demek ki, koyulan yasak sadece yasağın koyulabildiğini kanıtlamak için gerçekleştirilmiş bir eylem.
Sokak ağzında buna “posta koymak” denir. Başbakan muhalefete “posta koyarak” kendisini düşürmek için girişilen “yasal süsü verilmiş yasa dışı operasyonlara” karşı da psikolojik bir üstünlük elde ettiğini düşünüyor olmalı. Sonuçta “posta koymak” temelde şiddet kullanabilme tehdidiyle karşındakine psikolojik baskı uygulamakla gerçekleştirilir. Böylece tehdit edenin gücü onaylanmış ve hâkimiyeti sağlamlaşmış olur.
Şüphesiz liberaller bu tür bir siyaset anlayışını devletin “güçlü” olmasının değil de bilakis devletin “zayıf” olduğunun bir kanıtı olarak alırlar. Medenî bir devlette toplumsal düzenin devamlılığı yasalarla güçlendirilir. Ama bu yasalar asıl güçlerini devletin zor kullanma yetkisinden almazlar, aksine vatandaşların yasaları kabullenmelerinden gücünü alırlar. Vatandaşın onayı ise yasaların ne ölçüde onun çıkarlarını koruduğu ile ilgilidir. Örneğin Twitter’ın yasaklanmasına yol açan bir kanun varsa, en çok delinecek kanun da o olacaktır. Şimdi Twitter yasağını delenlere karşı hükûmet ne yapacak? Evlerinden teker teker toplayıp onları hapse mi atacak? Niyetinde ciddiyse böyle yapması lazım. En azından halkın büyük bir kısmını korkutabilecektir, yani devletin azametli elini onların ensesinde hissettirebilene kadar. Ama bu durumda mesele bununla sınırlı kalamaz. Örneğin benzer bir uygulama olan Facebook’un da kapatılması gerekir. Burada da zor kullanma faaliyeti kendini yine tekrarlamalıdır. Peki bu yeterli olur mu? Şüphesiz ki hayır! Daha pek çok etkileşim yöntemi benzer bir şekilde kontrol edilmeye çalışılmalıdır. Hem de gerçekten bunların kontrol edilemeyeceği biline biline.
Neden böyle bir çıkmaz sokağa girer hükûmet? Pratik değeri olmayan güç kullanımına bir kere başladınız mı, şiddetin sadece kendini gerçekleştirmek için yayılmasına mani olmazsınız. Muhalafeti susturamadığınız gibi, destekleyenlerinizi kaybetmeye başlarsınız. O zaman da devletin güç kullanma organları bir hayli pratik bir amaca doğru yönelir: Bozduğu toplumsal düzeni güç kullanarak tekrar sağlamaya çalışarak siyasal elitlerin iktidarlarını korumalarını mümkün kılmak. Yani geçici gözüyle baktığımız yasaklar kaçınılmaz şekilde başka yasakları doğurabilir. Bu durum iktidarların niyetleri ile açıklanamaz. Tabiî sonuçta devlet büyüklerimizden şu sözleri duyarız: Bizim gerekli önlemlerimiz olmazsa toplum anarşiye teslim olur.
Tabiî bu en kötü senaryo, hükûmetin bu noktaya geleceğini söylemiyorum. AK Parti’nin çok güvendiği seçimler bir gün aleyhine dönebilir ya da bedava kredi dağıtacağım, faizsiz bankacılık getireciğim derken, kendisini bir zamanlar yükselten ekonomiyle birlikte batabilir. Darbelerin genellikle ekonominin dibe vurduğu zamanlarda ortaya çıktığını hatırlarsak ikinci ihtimal bana daha muhtemel geliyor.
Ak Parti’yi düşürmek için gizli planlar yapılmış olabilir. Azıcık tarih bilen hiçbir aklı selim insanın bu ihtimali elinin tersi ile iteceğini sanmıyorum. Biz bu senaryoları gördük. Her seferinde Ak Parti demokrasiden yana tavır alarak krizlerden güçlenerek çıkmayı bildi. Ama şimdi aynı durumun tekrarlandığı kanaatinde değilim. Hükûmetin ileri sürdüğü kumpasın içinden demokrasiyi daha da güçlendirerek çıkmadığı açık. Tabiî bunun en önemli sebebi bu seferki krizin ekonomik temelli olması. Bu sefer “soru” hükûmetin çalışmadığı yerden geldi.
Şimdi Ak Parti’nin bu ülkeyi eksik de olsa pek çok alanda daha ileriye götürdüğüne inanan özgürlük dostlarının ne yapması gerekiyor? Hayal kırıklığınızın büyük olduğunu biliyorum. Çünkü ben de öyle hissediyorum. Ama şunu hatırlamamız gerekiyor, hükûmeti kendi yaptığı hatalardan koruyamayız. Bu hem basitçe bizim gücümüzün dışında, hem de hükûmete yönelik garip, sağlıksız bir paternalizmin göstergesi. Hükûmet bizim çocuğumuz değil ve onun adına özür dilemeye de ihtiyacımız yok.
Bugün yine toplumsal ilişkilerin beklenmedik bir sonucu olarak Ak Parti’yi tekrar demokrasi ve özgürlük çizgisine sokacak tek gücün Kürt siyasal hareketi olduğunu düşünüyorum. Bunu söylememin nedeni Ak Parti’yi çözüm süreci ile meşrulaştırmaya çalışmak için değil ya da Kürt siyasal hareketinin demokrasi aşığı olduğunu zannettiğim için de değil. Ama alternatifler arasında ülkeye biraz daha demokrasi getirebilecek tek yolun bu olduğuna inanmamdır nedeni. (Sonuçta hükûmet düştüğünde yerine geçecek hükümet alternatiflerinin kapasitesi hakkında iyi bir fikrimiz var.) Ama bu alternatiflere karşın demokratikleşme hareketinden en fazla yararlanacak olan grup açıktır ki, Kürt siyasal hareketidir. Yine ilginç bir şekilde Ak Parti’yi hem siyasal alanda biraz daha sıkışmasını engelleyen hem de onun reformist çizgisini az da olsa ayakta tutan şey Kürt siyasal hareketidir. Twitter ile başa çıkamayan bir hükümetin, PKK terörü karşısında neler yapabileceğini, nerelere savrulabileceğini bir düşünsenize. Yani şu an Kürt siyasal hareketinin mevcut gücünün çok ötesinde konjonktürel bir avantajı var ve doğru politikalarla bu avantaj daha demokratik bir sistemi doğurmak için kullanılabilir.
Bu durumda özgürlük dostlarının yapmaları gereken gayet basit: Hükûmete yönelik sahte bir bakıcılık yapma görevini üzerlerinden atacaklar ve günlük telaşlardan uzak bir şekilde ilkeleri doğrultusunda konuşmaya devam edecekler. Bunun anlamı jakoben bir tarzla hükûmet karşıtlığı yapmak değil ama bir hükûmet apolojizmine düşmek de değil şüphesiz.