Otonom bir bürokratik yapılanmanın yolsuzluk iddia ve soruşturmalarını siyasî bir operasyonun aracı olacak şekilde kullandığı artık apaçık ortada. Bu yapılanmayla mücadelenin sürdürülmesi ve yapılanmanın dağıtılması, sadece ülkenin değil söz konusu yapılanmanın içinde yer alanların ve daha geniş çevrelerinin iyiliği için de şart. Aksi takdirde Türkiye demokrasisi çok kan kaybedecek ve ülke en azından bir süre için bir polis-yargı devletine dönüşme tehlikesiyle karşılaşacaktır.
Bununla beraber, otonom yapılanmayla mücadele adına veya onu gerekçe göstererek zaten başlamış yolsuzluk soruşturmalarının durdurulması veya usulüne uygun olarak hazırlanabilecek müstakbel yolsuzluk soruşturmalarının engellenmesi yanlış olur. Bu, toplumun adâlete inancını sarsar. Yolsuzlukların geriletilmesi çabasına zarar verir. Belki suçluların cezasız kalmasına yol açar. Kamu yönetiminin ve siyasetin şeffaflaşmasına set çeker.
Bundan sonraki yolsuzluk iddiası dosyalarının polisler ve savcılar tarafından bir araç değil kendi başına bir amaç olarak ve usul şartlarına tam manasıyla uymak suretiyle hazırlanmasına dikkat edilmeli. Hâli hazırda işleme konmuş dosyalarla ilgili yargı süreçleriyse devam etmeli. Bunlardaki usulsüzlükler -ki epeyce usulsüzlük olduğunu biliyoruz- bir taraftan mahkeme sürecinde yargı tarafından temizlenmeli bir taraftan da siyaset, medya ve STK’lar tarafından takibe alınarak teşhir edilmeli. Yanlışlıkların bu şekilde ortadan kaldırılması herkes için en iyisidir. Böyle olması hem adâlet pratiğimizi iyileştirecek hem adâlete olan güveni kuvvetlendirecektir.
Adları yolsuzluk iddialarında geçen bakanlarla ilgili fezlekeler de aynı muameleye tâbi tutulmalıdır. Hükümetin parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak fezlekelerin işleme tâbi tutulma yolunu tıkaması bir taraftan adâlete ve demokrasiye aykırı olacaktır bir taraftan da hükümetin kendisine zarar verecektir. Şüphesiz, âdil bir yargılamayla sanıkların suçluluğunun ispat edilmesinden de edilememesinden de demokratik siyaset kazançlı çıkacaktır.
Peki, soruşturmaları başlatan savcıların yerlerinin değiştirilmesi ve yeni savcıların görevlendirilmesi bir problem teşkil eder mi? Otonom bir yapılanmanın mevcut olmadığını, soruşturmaların başlatılması sürecinde her şeyin normal mecrasında aktığını, hiç hata yapılmadığını kabul edersek eder. Ancak, olağanüstü bir durumla karşı karşıya olduğumuz ortada. Bunu görmemek için ya olayları iyi takip etmemek veya hükümete karşı önyargılı olmak gerekir. Bu yüzden, savcıların görev yerlerinin değiştirilmesine karşı çıkanların, otonom yapının varlığına inanıyorlarsa, bir alternatif önermeleri gerekir. Bunu yapmamak, demokratik siyaseti önemsememek ve onu bürokratik oligarşinin insafına terk etmek anlamına gelir. Ayrıca, kâğıt üzerinde yargı tarafsız demekle yargı memurlarının tarafsız olduğuna inanılıyorsa, soruşturmaları başlatan savcıların tarafsız olduklarının peşinen kabul edilmesi gibi yeni savcıların tarafsız olduklarının da peşin olarak kabul edilmesi gerekmez mi? Eğer kabul etmezsek, tüm savcıların tarafsız olmaması ihtimalini varsaymamız gerekir. Bu durumda, soruşturmaları başlatan savcıların tarafsız (ve bağımsız) olmaması ihtimali kuvvetlenir.
Birinci veya biricik problemin yolsuzluk olduğuna inanan medya ve siyaset çevreleri, sürdürülen soruşturmaları ve savcıların eylem ve işlemlerini yakın takibe alarak, zuhur ederse yanlışlıkları ve kasıtlı hataları teşhir ederek, ilgili makamları onları tashihe zorlayarak soruşturmaların engellenmesine veya üstlerinin örtülmesine yardımcı olabilir. Ancak, bunu yaparken kendilerini savcı ve yargıç yerine koymamaları gerekir.
Bir kere daha tekrarlayayım. Yolsuzluklara elbette karşı çıkmalı ve yolsuzluğa bulaştıkları iddia edilenlerin suçları ispatlanarak cezalandırılmasını talep etmeliyiz. Ancak, demokratik usullerle işbaşına gelmiş otoritelerin yönetme hakkını ve seçimle gelenin seçimle gitme yolunu da savunmalıyız. Yargı bürokrasisinin demokrasiyi boğacak bir güç hâline gelmesini engellemeliyiz. Unutmayalım ki, yargı bürokrasisi her ülkede var, ama seçimle gelen siyasî otorite ve tüm bürokratlar gibi yargı bürokratlarının da seçilmiş politikacılar aracılığıyla halka hesap vermesi imkânı yalnızca demokrasilerde mevcut. Dolayısıyla, demokratik sistemde, yargının meşruiyeti de etkili olması da, bir şekilde demokrasiyle, yani toplumla bağlantılı. Meşruiyeti tartışmalı ve denetlenme özelliği bulunmayan, bir başka deyişle oligarşiye dönüşmüş bir yargı yolsuzlukları azaltamayacağı gibi hak ve özgürlüklerimizin üzerinde sallanan bir Demokles kılıcı hâline de gelebilir.