Demokrasilerde en kritik sorunlardan biri ülke yönetimini paylaşan üç gücün –yasama, yürütme, yargı –birbirleriyle olan muğlak sınırlarını aşma eğilimleri ve bunun kontrolüdür. Gerek yargının yürütmeye, gerekse yürütmenin yargıya müdahalesi şüphesiz erkler arasındaki dengeyi, ülkedeki demokratik uyumu ve ahengi bozar.
Müdahalenin dünyadaki tezahürü genelde yasama ve yürütmenin, yargıya yönelik girişimleri şeklinde olmaktadır. Kuvvetler ayrılığı prensibinin ana konusunu oluşturan bu konu dünya literatüründe önemli yer tutmaktadır, fakat ülkemizde bu mekanizma kendisini ilerici ve aydın olarak tanımlayan bürokrat kesim tarafından seçimle işbaşına gelmiş iktidarın kontrol altına alınmasının bir aracı olmuştur.
Türkiye yargı tarihi, müesses nizamın bekçiliğini yapan, kerameti kendinden menkul yargı organları tarafından Türkiye Siyasi Hayatı’nın şekillendirilmesi tarihidir.
İSTİKLAL MAHKEMELERİ’NİN AMACI KIZ GİBİ BİR MECLİS OLUŞTURMAKTIR
Cumhuriyetin henüz ilk yıllarında oluşturulan Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri’nin amacının iç hesaplaşmaları siyaset dışı bir yolla çözmek, ‘kız gibi bir Meclis’ sağlamak üzere oluşturulduğunu ifade etmek gerekir. Tabii aynı nitelikte bir millet: itaatkar, dirençsiz, muhalefetsiz, tek tip… Henüz o yıllarda oluşturulan bu mahkemelerde hukuk adına yürütülen siyasi katliamlar öyle bir boyut almıştır ki, üzerlerine atılı iftiranın ağırlığına dayanamayarak karara yine hükmü veren mahkemede itiraz eden iki Kurtuluş Savaşı kahramanı sanığın on yıllık sürgün cezası, idam cezası olarak tevili bulmuş, diğer sanıklara da kararlara itirazları halinde başlarına gelecekler konusunda gözdağı oluşturmuştur. Hukuk mezunu olmayan Ali Çetinkaya reisliğinde dört hakimin verdiği ‘millet adına’ kararlar millet tarafından reddedilmiş, sözde mahkemenin sözde reisine yaptığı kıyımlardan olsa gerek millet tarafından ‘CELLAT ALİ’ lakabı uygun görülmüştür.
Sonrasında eski bir başbakanın ifadesi ile ‘Yargı organları, geniş ölçüde, devrimci, ilerici unsurların elindedir’ ve nitekim 28 Şubat Süreci’nin sonuna kadar da bu unsurların elinde siyasi bir maşa olarak kullanılmıştır.
Yargı’nın siyasete müdahele cihetinden sabıkası çok kalabalıktır. Bu müdahale toplum tarafından kanıksanır olmuş, doğal bir süreç gibi algılanmaya başlanmıştır. Yargının ülkenin gerçek sahipleri/vatandaşlar adına sanki partileri bir hizada konumlandırma resmi ideolojiden sapma oranlarına göre çekidüzen verme bir dönemin moda tabiriyle balans ayarına tabi tutma vazife ve selahiyeti vardır.
YASSIADA KATLİAMLARINI AYAKTA ALKIŞLAYANLAR YARGI MENSUPLARIDIR
27 Mayıs’ta doğal hakim ilkesine aykırı İhtilal Mahkemeleri kurulmuştur. Yine bu dönemde geçmişe yürütülen ceza uygulamaları geçmişe yürütülen kanun iptalleri gibi en temel ilkeler dahi hiçe sayılmıştır. Cübbeleriyle yürüyüşler yapan yargı mensupları bu dönemin kilit aktörleridir. Yine aynı yargıçlar darbeyi eleştirmenin suç sayıldığı kararlara da imza atmaktan hicap duymamışlardır. Yassıada’daki idamları ayakta alkışlayanlar çarşaf çarşaf bu katliamlara övgüler dizen yine yargı temsilcileri olmuştur.
İslamcı hareketi dizginlemek, kontrol altında tutmak için kritik zamanlarda Milli Nizam, Milli Selamet Partileri’nden başlayarak sürekli parti kapatmalara başvurulan mercidir yargı. Siyasi mülahazalarla, içeriği hakaretlerle bezenmiş iddianamalerle bu hareketin siyaset yapma hakkını adeta bütün çabalarına rağmen engel olmayı kendine şiar edinmiş olanlar yine yüksek yargı mercileridir.
Kürt Siyasal Hareketi de resmi ideolojiye olan uzaklığı nedeniyle sürekli baskının, parti kapatmanın, faili meçhul cinayetlere yöneticilerini kurban vermenin mağduru olmuştur. Hatta zaman zaman kararlarıyla parti içerisindeki bir hizbi güçlendirip diğer hizbi zayıflatacak kadar yargı bu hareketi şekillendirme hakkını kendinde görmüştür.
28 Şubat döneminde tek kişilik silahsız terör örgütü iddianamelerinden tutalım, şiir okuduğu için halkı kin düşmanlığa sevketttiği gerekçesiyle mahkumiyet kararı verilen ideolojik bayraklı yargılamaların tarihidir Türk Yargı Tarihi.
YARGI SİYASETE MÜDAHİLDİR
Hatta öyle ileri gidildi ki, iktidardaki partiyi kapatmaya kalktı. Siyasete kendi ideolojisinde mühendislik çözümler üretmeye çabaladı bağımsız! Ve tarafsız (!) yargı kurumları.
Hukukun üstünlüğünden çok hukukçunun üstünlüğü konuşulur oldu. Hukukçuların ideolojisinin, dünya görüşünün, siyasi mülahazalarının üstünlüğü bağlamında yazılıp çizildi yıllarca. Buna karşılık haksızlıklara ses çıkaranlara ise en ufak bir eleştirilerinde YARGIYA MÜDAHALE EDİLİYOR diye veryansın etti jakoben aydınlarımız (!)
Son on yılda, ülkemizde yargı bürokrasisinde büyük bir zihniyet değişimi olmuştur. Lakin bu zihniyet değişikliği siyasete müdahale anlamında demokratik tutum sergileyerek kendi alanına çekilmiş bir yargı oluşturmamıştır.
Türk siyaseti bugünlerde bırakınız bir ideolojiyi, bir grubun çıkarları doğrultusunda yine aynı alışılmış enstrümanları kullanan; uluslararası bağlantıları konusunda şüpheler giderilememiş bir güruhla mücadele etmekle meşgul.
EMNİYET, TİB, TÜBİTAK, MEDYA, İŞ DÜNYASININ BİR KISMI BİR GÜRUHUN KONTROLÜNDEDİR
Hem de bu sefer yargılamayı etkileme imkânı bulunan bütün kurumlarda kolluk teşkilatı, Adli Tıp, TİB, TÜBİTAK, MASAK, medya organize olmuş, MİT’e operasyon yapacak kadar kendinden emin Başbakan’ı hapse atma girişiminde bulunacaklarını ifşa edecek kadar cüretkâr bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu güruha yakın köşe yazarları Anayasa Mahkemesi kılıcından bahsetmekte hatta BM, NATO gibi kuruluşları göreve davet etmektedir.
NE YAPMALI?
Yargı sözü açıldığında Pakistan’daki gibi darbeye karşı yürüyen binlerce hakimi olan bir ülke olamadık diye hayıflanılır. Pakistan örneğini farklı noktadan vermek istiyorum: Tahir’ül Kadri’nin yolsuzluk kılıflı siyasi operasyonlarına karşı siyaset kurumunun bütün renkleriyle, müdahil olanı meşru mindere davet eden manifestosunun bir benzerinin, Anadolu’dan Pennsylvania’ya gönderilmesini beklemek iktidarın ancak sandıkta değiştirelebileceği gerçeğini haykırmalarını istemek çok mu iyimser bir yaklaşım olur?
Av. Ferhat Çakır, Liberal Kayseri Başkanı, Yeni Şafak, 04.02.2014