Anayasa hukukçusu Mustafa Erdoğan, AKP’nin halini Hallac-ı Mansur’la açıkladı: Devlette eriyip yok oldular. Yani devlet gibi düşünmeye başladılar
Hukukçu Prof. Erdoğan’a göre devlet Cemaat’i düşman olarak kodlamıştı. Muhtemelen onu, dostu AK Parti eliyle tasfiye etmeyi daha rasyonel buldu. Bu süreçteki hukuksuzluklar ise ilk Osmanlı anayasasını hatırlatıyor
Polisin savcının talimatını yerine getirmediği, hapis cezası verilenlerin “Ben bu yargıyı tanımıyorum” dediği günlerden geçiyoruz. “Hukuk devleti” dediğimiz şey ciddi yara alıyor. 28 Şubat’ta hukuksuzluklara net şekilde karşı duran entelektüellerden anayasa hukuku profesörü Mustafa Erdoğan şimdi yaşananları da “akıl tutulması” olarak değerlendiriyor. Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucularından, hâlen İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olan Erdoğan’a göre AK Parti muhtemelen devletin cemaati tasfiye misyonunu devraldı.
17 Aralık’tan bu yana yaşananlara bakınca ¨Hukuk devleti krizde¨ diyebilir miyiz?
Ben bu durumu geçici bir akıl tutulması olarak görüyorum. Türkiye anayasal bir yönetim olmak iddiasındaysa, hukukun üstünlüğüne dayanan bir yönetim olmak iddiasındaysa bu durum kalıcı olamaz.
Hukuk devletinde geçici de olsa akıl tutulmaları olabilir mi?
Hukuk devletinde hukukî güvencelerin, geçici olarak kısmen askıya alındığı durumlar olabilir ama onlar da anayasalarda ve yasada belirtilmiş olan durumlardır. Bizim bugün karşı karşıya olduğumuz durum de facto, fiili bir durum. Hukukun tamamen ıskat edildiği bir dönem. Bana ilk Osmanlı anayasasındaki bir hükmü hatırlatıyor: İdare-i örfiye denen rejimde hukukun muvakkaten ıskatı…
Yani?
Olağanüstü durumda geçici olarak hukukun askıya alınması… Şimdi ona benzer bir durumdayız. Halbuki modern anayasal rejimlerde, sıkıyönetim hukuksuz yönetim demek değildir, yine hukuk çerçevesinde yönetimdir. Sadece hukukî güvencelerin öngörülen ölçülerde kısıtlanabileceği rejimlerdir.
Taraf’ta çıkan bir habere göre, MİT “Paralel Devlet Yapılanmaları” diye bir tanımlama yapıp bunların hassasiyetle takip edilmesi talimatı verdi. Bu “PDY” tanımlamasını bazıları devletin kendine “irticacı” “terörist” gibi yeni bir düşman yaratması olarak değerlendiriyor. Katılıyor musunuz?
Evet, neredeyse öyle bir durum doğuyor. Bu, Türkiye’deki devlet pratiği açısından alışılmadık bir durum değil. Yine devletin düşmanı olarak tanımlanan grupların, devletçe kovuşturulmasıyla, takip edilmesiyle karşı karşıyayız. Bu, Türkiye’deki devlet anlayışının AK Parti döneminde de değişmediğini gösteriyor. AK Parti başlangıçta demokratikleşme adımları attıysa da son 2-3 yılda bunların hepsini geri almaya dönük bir eğilim içine girmiş görünüyor. Bunun başka bir anlamı da AK Parti artık fenafil devlet oldu.
Fenafil devlet?
Tasavvufta Hallac-ı Mansur ¨Tanrı’yla bütünleştim, Tanrı’da eridim¨ der. Türkiye’nin sivil aktörlerin devletle özdeşleşmesini, devlet gibi düşünmeye başlamasını,¨devletlu¨ hale gelmesini anlatmak için kullanıyorum ben bu deyimi. AK Parti de fenafil devlet oldu. Devlette eridi, yok oldu, onunla entegre oldu.
Bu “demokraside geriye gidiş” dediğiniz süreçten nasıl çıkacağız biz?
En zor konu da bu. Demokratik barışçı muhalefetin bütün araçlarıyla kullanılması lazım. Belki yeni siyasi oluşumlara ihtiyaç var. Ama çok kötümser olmayıp şöyle de düşünebiliriz. AK Parti bu dönemi bir şekilde atlattığında kendini toparlayabilir. Başlangıçtaki durumuna dönmese de şu anki imajını bir ölçüde düzeltebilir. Demokrasiye yeni bir katkı beklemiyorum. Gerginliği azaltıp yavaş yavaş normal bir sürece geçebilir. Ve bu muhtemeldir. Çünkü sayın Başbakan çok zikzak yapıyor.
Yumuşak geçiş sonrası yolsuzluğun üstüne gidecek mi?
Aşırı heyecanlı karşı koyuşunu bir süre seslendirmeyip o sürecin işlemesine izin verebilir. Zaten HSYK’da ufak bir operasyon yaptı, emniyette bir çok operasyon yaptı. Bir de şunu düşünüyorum, belki de zaten yapacağı bu operasyonları meşrulaştırmak için böyle spektaküler bir çıkış yaptı.
Nasıl yani?
Bu kadar emniyet müdürünü kısa sürede görevden almak, savcıların hakimlerin yerini değiştirmek normal şartlarda toplumda çok ters karşılanır. Ama “Devletimiz o kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya ki! Çeteler tarafından içten fethedidi. Hatta bu uluslararası bir komplonun parçası¨ derseniz o kadar ters karşılanmaz. Zaten bu epey bir zamandır planlanıyordu, normal şekilde yapılamayacaktı. Olağanüstü hal ilan edimesi lazımdı. Böyle birşey de olabilir.
Cemaatin tasfiyesi kimin planı peki?
Cemaat epey zamandır devlet tarafından düşman olarak kodlanmıştı. Ben AK Parti devletleştikçe bu rolü üstlenmeye başladı diye düşünüyorum. AK Parti devletin bir projesini gerçekleştiriyor şu anda. Kendi adına olduğu kadar devlet adına da hareket ediyor, belki derin devlet de diyebiliriz buna.
Bu rolü İslami hassasiyeti olan bir partinin üstlenmesinin nasıl bir anlamı var?
Cemaat’i, ona düşman unsurların tasfiye etmesi zor. Böyle bir tasfiye ¨dindar olduğu için tasfiye ediliyor, mağduriyete uğruyor¨ havası yaratabilir. O halde bu grubu kendi dostları tarafından tasfiye etmeyi daha rasyonel bulmuş olabilirler. AK Parti tasfiye ettiğinde “Durum öyle vahim ki onlarla aynı hassasiyetleri paylaşanlar bile rahatsız oluyor” denecek. Bu ihtimali de gözardı etmemeliyiz.
AK Parti’nin çıkarı ne bu işte?
Yakın ya da orta vadede ortaya çıkar. Belki de tasfiye karşılığında devlet içinde kadrolaşmasına, yapılaşmasına şimdilik ses çıkarılmayacaktır.
AK Parti’yle anlaşabilen bir devlet neden Gülen cemaatini tasfiye etmek istiyor?
Çünkü onu daha büyük bir tehdit olarak görüyor. Çünkü cemaat doğrudan doğruya siyaset yapmıyor, devlete kontrol dışı bir şekilde sızıyor. Halbuki öbürü iktidara gelir gider. Şu da var: Devletin daha sivil görünümlü bir İslam’ı tercih ediyor olması beklenebilir ama Türkiye’de devlette asıl belirgin olan ulusal çıkar.
Milli Görüş de buna yakın duruyor, öyle mi?
Evet. Eski Ergenekoncuların, şimdi Erbakan’ın hikmetini takdir etmeleri şaşırtıcı değil. Çünkü ikisi de içe kapanmacı, milliyetçi, ulusalcı, bir söyleme sahip. AKP de başlangıçtaki durumunun aksine ulusalcılığa döndü bir açıdan.
Gülen Cemaati öyle değil oysa ki…
Gülen cemaati küreselci, hatta muhaliflerinin onlara “yabancı güçlerin uzantısı” demelerine imkân verecek ölçüde dış bağlantıları olan bir grup. Onun derdi dünyada her yerde olmak.
Seçmen ummadığınız anda değişir
Geçtiğimiz 10 yılda toplum demokrasiyi içselleştirmek yönünde nasıl bir yol kat etti?
Toplumda kısmen bir değişim var tabii. Ama, bu geriye dönüşü durdurup ileriye doğru ivme kazandırmak için kamuoyu baskısı ne ölçüde oluşmuştur ondan çok emin değilim.
Yolsuzluk soruşturmalarının AK Parti’nin oylarını belirgin şekilde düşürmediği söyleniyor. Kefen giyip Erdoğan’ın karşısına çıkanlar var. Bunu nasıl yorumlamak lazım?
AK Parti’nin, bütün partiler gibi fanatik bir çekirdek taraftarı var. Kefenliler ya da “Allah-u Teala’nın bütün sıfatları liderimizde var” diyenler, bu yüzde 20, taş çatlasa yüzde 25 olan fanatik destekçi halkasında. Bu kitlenin dışında kalan daha geniş halkanın, son gelişmelerden hoşnut olduğu kanaatinde değilim. Orada bir kayma beklenebilir. Türkiye’de seçmen hiç ummadığınız anda dengeyi değiştirebiliyor.
Ne zaman olabilir bu?
İlle önümüzdeki Mart’ta olmayabilir ama bir iki yıl içinde AK Parti’nin seçmen desteğinde bir zayıflama, bir kırılma olacağını tahmin ediyorum ben.
Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?
Çünkü bu seçmen tabanı daha önce Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP’a oy vermiş orta sağ taban. İçinde İslami unsurlar her zaman vardı ama ana kütle itibariyle radikal milli görüşçü söylemi destekleyen bir kitle değil bu. Özel bir konjonktürde, 28 Şubat’ta askeriyenin çok büyük hatalarının da etkisiyle insanlar, baskıcı statükonun karşısında sivil görünümlü oluşum etrafında kenetlendiler. 1983’te ANAP etrafında kenetlenmişti bu kitle. Ama sonra çözüldü. Bu hep böyle kalıcı değildir.
Böyle pervasızlık hatırlamıyorum
AK Parti’ninki gibi hukuk devletinden sapma daha önce çok partili dönemde olmuş muydu?
Demokrat Parti döneminde buna kısmen benzeyen gelişmeler olduğunu biliyoruz. Onu saymazsak demokratik çoğulcu dönemlerde şu andakine benzer bir durumu hiç yaşamadık. Bu ölçüde pervasız bir gidişi ben hatırlamıyorum. Özal’a çok müthiş bir tepki vardı ama o zaman medya baskısını, muhalefet baskısını düşünün.Cumhurbaşkanı olduktan sonra Özal’ın ne kadar yalnızlaştırıldığını düşünün. Tabii bugün medyanın büyük ölçüde hükümetin etkisinde olmasının da etkisi var bütün bunlarda. Özerk medya marjinal hale geldi.
BAŞBAKAN’IN SİYONİZM SAPLANTISI
Dini bir söyleme saklanmış bir ulusalcılık var AK Parti’de. Yabancı komplosu, yurtdışı bağlantısı gibi konuların çok vurgulanması da bu zihniyetle ilgili… Sayın Başbakan’ın Ortadoğu’yla ilgili konuşmalarına bakın hep arka planda Siyonizm saplantısı var. Ortadoğu’da İsrail’e kategorik olarak karşı bir perspektif hükümette çok etkili. Cemaatse Siyonizm konusunda o kadar hassas değil, uluslararası bağlantıları zaten buna elvermez. Hatırlarsınız Mavi Marmara olayında da o girişimde bulunan grubu eleştirmişti.
TEK MESELE BU ŞEYTAN MI:
İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde sorularımızı yanıtlayan Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, bu süreçte AK Parti iktidarının amacı dikkatimizi dağıtmak diyor: “Hükümet bizi kandırmaya çalışıyor. Cemaat meselesini şimdi mi farketti? Aslında Türkiye’deki geriye dönüş sürecinde dikkatlerin başka tarafa yönelmesini sağlıyor. Sanki kendi haline bıraksak, “cemaatin musallat olması” durumu olmasa çok iyi gidecek de bir tek bu şeytan var!”
Bu yazı Taraf Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.