“Mutluluğu Arama Hakkı”nı Keşfetmek

21 Kasım’da İstanbul’da ev sahipliğini LDT’nin yaptığı bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirildi. Azerbaycan, Türkiye, İsveç ve Gürcistan’dan gazeteci, STK yöneticisi, siyasetçi ve kanaat önderlerinden oluşan katılımcılar bir gün boyunca fikir alışverişinde bulundu. Toplantının başlığı “Ulusal Güvenlik ve Egemenlik Meseleleriyle Uğraşırken Açık Toplum için Mücadele Etmek”di. Son iki yıldır üzerine kafa yorduğum ve aslında fikri bir dönüşüm yaşamama neden olan bir süreç gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti toplantı boyunca ve son oturumda söz alıp kendi görüş ve kanaatlerimi belirttim. Toplantıdan sonra notlarımı yazı haline de getirmek istedim ama araya başka şeyler girdi. Üç haftadır Ukrayna’da yaşanan kargaşayı anlamak için haberler ve yorumlar arasında gezinirken notlarımı yazmakta acele etmem gerektiğine kanaat getirdim, dünya o kadar hızlı değişiyor ki, kurmadığınız her cümle ertesi güne hayıflanma olarak kalabiliyor.

***

Toplantda tartışmaların yürüdüğü temel başlıklar şunlardı: Ulusal egemenlik, toprak bütünlüğü, militarizm ve demokratikleşme… Bu başlıklardan ilk üçü, tam iki yıl önce benim hayatımı müthiş bir çıkmaza sokmuştu. Ulusal egemenliğimiz, tarihimiz boyunca kendimizi bildik bileli tehlikedeydi, toprak bütünlüğümüzü korumamız için de askerlik hala mecburi ve ben 1111 Sayılı Askerlik Kanunu konusunda uzmanlaşıp bütün boşluklarından yararlanmama rağmen “deniz bitmiş”ti ve askere gitmem gerekiyordu. Fakat doğru söylemek gerekirse, canım hiç askere gitmek istemiyordu. Oturdum ve google’da şöyle bir arama yaptım: “türkiye’den vize istemeyen ülkeler”… Kısa bir araştırma sonucunda ikinici google araması belli olmuştu: “Ankara Tiflis kaç saat?”

Neyse, hikaye uzun, kısacası şöyle; 12 Ağustos 2011’de Ankara Etimesgut’ta Topçu Er olarak “teslim olmam” gerekiyordu fakat ben 27 Temmuz 2011 sabahı taksici Almiran’ın külüstür Mazda’sında, yiyeceğim evrensel taksici kazığını umursamadan, camdan giren Tiflis rüzgarının tadını çıkarıyor ve her gördüğüm şeye acayip şaşırarak özgürlüğün tadını çıkarıyordum. Nasıl ama?

Tiflis’te üç ay boyunca geçirdiğim hayatımın en zor ama en güzel günleri müthiş zihin açıcı olmuştu benim için. Türkiye’deki rejimi anlamaya ve tanımlamaya başlamıştım. O günlerde başlayan algılama süreci sonucunda bir süre önce kendi kafamda tanımımı netleştirdim: “demokratik” olması arzulanan fakat çakma Sovyet cumhuriyeti ile başarısız bir batı diktatörlüğü arasında bir şey olarak “yanlış” kurulmuş “kemalist [bir] diktatörlük” bizim rejim. Bu tanımı yapabilmek için Gürcistan’a gitmem gerekiyormuş, çünkü Gürcistan’da, Sovyetler sonrası birçok Doğu Avrupa ülkesinde olmuş bitmiş bir şeyin halihazırda devam ettiği bir döneme denk gelmiştim: Gürcistan’da sıradan vatandaş “düşünme yöntemi”ni değiştiriyor ve “bireyin mutluluğu arama hakkı”nı keşfediyordu.

Toplantıda İsveçli konuşmacılarımızdan biri “Tarih boyunca sürekli savaşmış, 11 defa birbirne savaş açmış iki komşu İsveç ve Danimarka artık ‘acaba İsveç/Danimarka bize savaş açar mı?’ endişesi taşımıyor.” diyordu. Bir diğer İsveçli konuşmacımız, Avrupa’da sağlanan barış ortamın temel nedenlerinden birini “changing the way of thinking/düşünce tarzını değiştirmek” olarak tanımlıyordu: “Acaba yarın için, Hollanda bize ne gibi kötülükler planlıyor?” diye düşünmeyi bıraktık ve her şey değişti.” İki yıl önce beni Tiflis’e götüren ve Tiflis’te gözlemlediğim şey de buydu: Düşünme yönetmini “mutluluğu arama hakkı”nı öne alacak şekilde değiştirmek…

***

Ulusal egemenlik, toprak bütünlüğü ve bunların doğal bir sonucu olarak gereken militarizm, benim açımdan çok fazla bir şey ifade etmeyen ve benim “mutluluğu arama” yolculuğumda manası olmayan kavramlar. Benim için bu kavramlar “bir önceki yüzyılın kavramları” ve artık geride bıraktığım kavramlar. Sadece ben değil, medeni dünya bu kavramları bir önceki yüzyılda bıraktı, üçüncü dünya ise bunu yapamadığı için hala birbirini öldürüyor. Bence tarihin en başarılı barış projelerinden birisi olan Avrupa Birliği’nin esprisi de bu. Avrupa bu kavramların öne çıkardığı endişelerin hiçbirini değersizleştirmeden ve bu kavramları insan hayatının önüne koymadığımızda olacağını söyledikleri kötülüklerin bir çoğu ile karşılaşmadan, İkinci Dünya Savaş’ından beri barış içinde yaşıyor, sorunlarını çoğunlukla barış içinde çözmeye çalışıyor.

Tabii bir günde olmadı, bu durum topyekün bir “düşünce tarzını değiştirme” sonucu bir birikimin eseri olarak ortaya çıktı ve ürettiği refah, sağladığı barış ortamı sayesinde de dünyanın geri kalanındaki insanların da dikkatini çekmeye başladı. Amerika’nın Avrupa’dan bile çok daha önce çözdüğü, Avrupa’nın 50 yıl önce fark ettiği şeyi, Ortadoğu ve Sovyet coğrafyasının bir kısmı yeni yeni fark ediyor, “mutluluğu arama hakkı”nı keşfediyor.

 

Peki Ukrayna? Gelecek yazıya…

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et