Biri bana AK Parti- Cemaat kavgasından en kârlı çıkacak olanın darbe davalarından yargılananlar olacağını söyleseydi inanmakta güçlük çekerdim.
Ama korkarım olan bu…
Basında çıkan kimi yazıları ve bazı televizyon programlarında süregiden tartışmaları izledikçe darbe davalarının yeminli karşıtlarının sık sık tekrarladığı şu cümle geliyor aklıma:
“Bu davalar da tıpkı Yassıada Mahkemesi gibi tarih önünde mahkûm olacak ve bir gün yeniden görülecektir.”
Böyle derlerdi…
Ve şimdi benzer sözleri, yıllar yılı bu davaların özdeki haklılığını savunanlardan, tarihi öneminden bahsedenlerden duyuyoruz. Darbe davalarında yeniden yargılamanın kaçınılmazlığından söz ediyorlar. Sahte delillerle birçok insanın mağdur edildiğinden, adil bir yargılama yapılamadığını söylüyorlar. Ve bunu, Gülen Cemaati’ne mensup polis ve yargı mensuplarının sahte delil ürettiğini ima etmek için gündeme getiriyorlar. Ve tabii bu yayınlar üzerine, baştan beri darbe davalarının baştan aşağı düzmece davalar olduğunu savunan çevreler de “sonunda tezlerinin kanıtlandığını” ileri sürerek bayram yapıyor; açıkça iade-i itibar talebinde bulunuyor.
Sorarım size, bu nasıl bir gaflettir?
Bugün sürmekte olan bir siyasi kavgada üste çıkmak için, Türkiye demokrasi tarihinin en önemli davalarını çökertmeyi göze almak, kaş yapayım derken göz çıkarmak değilse nedir?
Adil yargılamayı savunmak
Bu davaların başından itibaren, Türkiye’de hukuku ve demokrasiyi savunan bütün kalemler, hepimiz, adil bir yargılamanın hayati önemini savunduk. Ortaya atılan usulsüzlük iddialarının ciddiye alınıp araştırılmasını ve düzeltilmesini istedik. Gerek hazırlık safhasında, gerekse yargılama sırasında yapılacak her hatanın sonuçta darbecilere hizmet edeceğinin altını çizerek, bu davaların her açıdan tertemiz davalar olmasının hayati önemini vurguladık.
Ama aynı zamanda hep şunu söyledik:
Balyoz Davası birkaç CD’ye dayanan bir dava değildir.
Bu davanın özü, 2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı’nda gerçekleştirilen seminerin bir savaş oyunu olmayıp dört başı mamur bir darbe hazırlığı olduğudur. Sanıklardan hangilerinin bu suça ne kadar katıldığı, ne kadar sorumlu olduğu davanın özünü ilgilendirmeyen, ayrı bir meseledir. Bu konuda değerlendirme hatalarının bir kısmı zaten Yargıtay’da düzeltilmiştir. Başka değerlendirme hataları varsa onlar da AİHM’de düzeltilir. Savunmanın sahte olduğunu iddia ettiği CD’ler delil olarak kabul edilmese bile, bir bavul dolusu orijinal belge, ses kaydı ve bizzat zamanın Genelkurmay başkanının ve bazı üst düzey komutanlarının tanık ifadeleriyle ortaya çıkan gerçekler gölgelenemez.
Yargıtay’ın kararı “yok” hükmünde mi?
Kaldı ki, şu anda “yeniden görülmesi istenen” davayla ilgili olarak, ortada bir yüksek mahkeme kararı olduğunu da unutmamak gerekir.
Balyoz Kararı’nın özü şu cümlelerdir:
“Balyoz bir plan tatbikatı değil, AK Parti iktidarını yıkmayı amaçlayan bir darbe planıdır. Harekete geçme öncesindeki tüm aşamalar tamamlanmıştır.”
Kararının özünü bu cümlelerle ortaya koyan Yargıtay, ayrıca dijital delillerle ilgili olarak:
Dijital delillerin ceza muhakemesinde ispat aracı olduğunu; bu delillerin elde edilişinin hukuka uygun olduğunu ve değiştirildiği iddiasının gerçek dışı olduğunu belirterek savunmanın bu davayla ilgili olarak öne sürdüğü en temel iddia olan “düzmece” iddiasını da tamamen çökertmiştir.
Dolayısıyla, bu tür argümanlar bu davaların hukuki zeminini zayıflatamaz.
Ama bundan daha da kötüsünü yapabilir: Darbe davalarının kamuoyu nezdindeki haklılığını ve meşruluğunu yıpratır. Vesayetçilerin yıllardır büyük bir gayretle yaratmaya çalıştığı imaja hizmet eder; yani bütün bu davaların düzmece olduğu; bir intikam operasyonu olduğu ya da Türk ordusunu tasfiye amaçlı bir dış operasyon olduğu iddialarını güçlendirir.
O yüzden de ben diyorum ki, askeri vesayeti yıkmak için el ele veren güçlerin şimdi birbirlerini yıpratmak uğruna, birlikte başardıkları tarihi göreve gölge düşürmeleri, gafletlerin en büyüğüdür.
Bugünler gelir geçer, ama bu davalar üzerine düşürülen şaibeler kolay kolay silinemez.