Cemil Bayık’ın gün aşırı çıkıp “Çekilmeyi durdururuz”, “Çekilenleri geri göndeririz, tekrar savaşırız” türü tehditler savurması artık kabak tadı verdi.
Ne yapıyorlar, akılları sıra hükümet üzerinde baskı kurmaya mı çalışıyorlar? İyi polis-kötü polis oyunu mu oynuyorlar?
Bayık’ın üst perdeden savurduğu tehdidin hemen arkasından Demirtaş yine bir tevil açıklaması yapmış…
Ama ne fayda… Çözüm olacak diye ödü kopan bütün gazeteler Demirtaş’ın değil, Bayık’ın sözlerini manşete çekmişler.
Sadece öfkelendiriyor
Bu tehditleri savuranların niyeti, bu yolla iktidar üzerinde baskı kurmaksa seçtikleri yolun tam tersi sonuçlar verdiğini bir an önce görseler iyi olur.
Zira bu tehditler, açılıma zaten zar zor ikna edilmiş -ya da hâlâ edilmeye çalışılan- geniş milliyetçi-muhafazakâr kitleler üzerinde tersi bir etki yapıyor. Onların korkup “Aman ne olur şu reformları bir an önce yapın, yoksa yine silaha sarılacaklar” diye hükümete baskı yapmasına yol açmıyor. Tam tersine gururlarını incitiyor ve öfkelendiriyor; “Çekilmezseniz çekilmeyin, geri gelecekseniz gelin, hodri meydan” psikolojisine sokuyor.
Ayrıca her tehdit, sürecin başından bu yana “reformları PKK’yla pazarlık sonucu değil, Kürt halkının talebini karşılamak için” yaptığını ve yapacağını söyleyen hükümeti daha da kilitliyor; adım atacağı varsa da atamaz hale getiriyor.
Geri gelseler ne olacak?
İkinci ihtimal, Bayık ve şürekâsının reformlar için baskı filan diye bir derdi olmaması; amaçlarının zaten gönülsüz bir şekilde boyun eğmek zorunda kaldıkları çözüm sürecini sabote edip bitirmek olması…
O zaman da bu şahinlere şu soruyu sormak gerekir:
Peki PKK’lıları geri göndereceksiniz de ne olacak?
Gelip Türkiye’de kurtarılmış bölge mi kuracaklar? Kurabilecek olsalardı 30 yılda kurmazlar mıydı zaten?..
Gelip, ana dilde eğitim hakkını silah gücüyle mi alacaklar? Alabilselerdi 30 yılda almazlar mıydı zaten?
Hayır, bunların hiçbiri olmayacak. Her şey kaldığı yerden devam edecek… O gönderdikleriniz ortalama üç yıl içinde kara toprağa girecekler. Tabii birçok asker de… Suriye faktörü belki biraz güçlendirecek elinizi ama sonucu değiştirmeyecek. Türkiye belki beş yıl daha, on yıl daha savaşacak ama ne bölgedeki Kürtler’in çoğunluğu ne de Türk halkı silahlı bir emrivakiye teslim olacak. PKK’nın Güneydoğu’da çoğunluğun iradesine aykırı bir şekilde feodal-despot bir beylik kurmasına izin vermeyecek.
Kestirme yol yok
O zaman tekrar süreci başlatan o ilk cümleye dönüp, “silahların miadını doldurmasının” ne demek olduğunu daha sağlam kavramaya çalışmamız gerekiyor.
Silahın miadını doldurması, bundan böyle Kürtler’in kendi bölgelerinde yönetime daha çok katılabilecekleri, ana dillerinde eğitim hakkına kavuşabilecekleri bir rejimin ancak demokratik siyasi mücadele yoluyla kurulabileceğini idrak etmek demektir.
Bir başka deyişle, bugün hâlâ “ana dilde eğitim olmaz” diye kestirip atan iktidar yarın “olur”noktasına gelecekse ancak Kürt’üyle, Türk’üyle; muhafazakârı ve liberaliyle Türkiye’nin bütün demokrat potansiyeli ana dilde eğitim haktır diye bastırdığı zaman gelecek. Gülen Hareketi bu talebe sahip çıktıkça; Ahmet Taşgetiren, Hilal Kaplan, Ali Bulaç gibi isimlerin ana dilde eğitimi savunan yazıları muhafazakâr-milliyetçi tabanı dönüştürdükçe, hükümet tabandaki bu dönüşümü görüp cesaretlendikçe gerçekleşecek bu reformlar.
“Kestirme” bir yol yok… Kestirme bir yol olsaydı, zaten bugün çözüm sürecini konuşuyor olmazdık.
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.