Osman Gençer’in bana yaptığıyla bir insana silahla suikast yapmak arasında fazla bir fark görmüyorum. Adlî makamlara sesleniyorum: Lütfen gereğini yapın.
Hayatımın en korkunç olayını 2006 yılının kasım ayında yaşadım. 18 Kasım 2006’da İzmir’de AK Parti Gençlik Kolları il başkanlığı tarafından düzenlenen AB hakkındaki bir panelde yaptığım bir konuşmadaki kimi ifadelerim uygarlık ve insanlık düşmanı bazı kişi ve çevreler tarafından hayatımı cehenneme çevirme gerekçesi ve aracı yapıldı. Medyanın bir kısmı şahsıma karşı bir linç kampanyasıbaşlattı. Gazi Üniversitesi hakkımda iki soruşturma açarak ders vermemi engelledi ve beni açığa aldı. Yargı bürokrasisi taciz konvoyuna katılarak hakkımda bir ceza davası açtı. Üniversiteden iki kınama cezası verildi. Uyduruk bir iddianameye dayalı göstermelik bir yargılamanın ardından 15 ay hapis cezasına çarptırıldım, fakat ceza ertelendi. Medya kampanyası ve ifade özgürlüğüne zerre kadar saygısı olmayan organize çevrelerin bu saldırıları hayatımı altüst etti. Can güvenliğim tehlikeye girdi. Çeşitli yollardan çok sayıda ölüm tehditleri aldım. Haftalarca öğrencilerim tarafından korundum. 19 Ocak 2007’deki Dink cinayetinden sonra hükümet tarafından şahsıma bir koruma polisi tahsis edildi. Üç yıl böyle dolaştım. Bir yıl gönüllü sürgüne gitmek zorunda kaldım. Benim yanımda ailem de maddî ve manevî sıkıntılar yaşadı. Kısaca, şahsımda bir üniversite profesörü fikirleri yüzünden medyanın ağırlıklı kısmı ve o zaman daha canlı olan bürokratik devletle sivil maskeli uzantıları tarafından çarmıha gerilmek istendi.
Bunların sebebi neydi
Ne olmuştu da benim etrafımda bir fırtına kopartılmıştı? Aslında hiçbir şey olmamıştı. Paneldeki konuşmamda Kemalist tek parti diktatörlüğünün ifade özgürlüğü, din özgürlüğü, teşkilatlanma özgürlüğü, siyasî katılma hakları, siyasî iktidarın kullanılış biçimi ve denetlenebilirliği açısından ilerlemeden çok gerilemeye tekabül ettiğini söyledim. Bu gerçek, tek parti dönemi 1925 öncesiyle ve 1950 sonrasıyla karşılaştırılırsa açıkça ortaya çıkar dedim. Soru cevap kısmında ise, bir muhabirin sorusu üzerine, bu tür şeylerin soğukkanlılıkla tartışılması gerektiğini belirttim ve şunu ekledim: “AB üyelik süreci devam ederse, ileride Türkiye’ye gelen Avrupalılar ‘neden her yerde sadece Atatürk’ün heykelleri var, neden her yerde sadece aynı adamın fotoğrafları asılı’ diye soracaklardır.” İzmir’deYeni Asır adında zaten bir linç alışkanlığı ve geleneği olan bir gazete varmış. Gazetenin genel yayın müdürü Osman Gençer (şimdi Habertürk gazetesinin Ege müdürü) isimli şahıs ertesi gün “Hain Sözler” başlıklı, fotoğrafımla süslenmiş bir manşet çekerek beni “hain” ilan etti. Gazete piyasaya çıktığı andan itibaren hayatım tehlikeye girdi. Bu zat, günlerce, kendisini hem savcı hem hâkim hem infaz memuru yerine koyarak beni linç etme, hedef hâline getirme amaçlı yayınlarını sürdürdü. Nitekim, sonradan öğrendim ki, 19 kasım sabahı ben ayrıldıktan sonra bir grup kaldığım oteli basıp beni aramış. Bulsalardı, herhalde en azından tartaklanmış olacaktım. Ancak, bu mahallî linç kampanyasının ulusal ölçeğe taşınması İstanbul medyasının bir kısmının onun üzerine atlamasıyla oldu. Yani Osman Gençer kendine suç ortakları bulmada zorluk çekmedi.
Linçe katılan başkaları da var…
Aradan yıllar geçti. Ceza mahkûmiyeti hem usul hem esas bakımından Yargıtay tarafından bozuldu. İlk derece mahkemesi da bu karara uyarak sözlerimin ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna ve suç teşkil etmediğine hükmetti. Bekledim ki, Osman Gençer ve ortakları bir pişmanlık ve utanma emaresi göstersin, bir özür dilesin. Hiç tınmadılar. Bu yazıyı kaleme almamın ana sebebi bu. “Pişmanız, kusura bakma” deseydiler yaptıklarını unutacaktım. Yapmadılar. Yazının ikinci sebebi yanlışlıkları ve alçaklıkları teşhir ederek aynı facianın başkalarının da başına gelmesine engel olmaya katkı sağlamak. Evet, Osman Gençer hayat hakkıma saldırı noktasına ulaşan bu suçun baş sorumlusu. Vicdansız, uygarlık dışı bir linç kampanyasının asıl müsebbibi. Ama başkaları da var. Sanırım kim olduklarını tahmin edebilirsiniz. Gazetesini yıllarca adeta şeytanın hizmetine koşan, bu çerçevede bana karşı da silah gibi kullanan ve kullandırtan, kendisine yakışan çirkinlikte ve acizlikte bir saldırı yazısı karalayan ve cevabımı da yayımlamayan Ertuğrul Özkök. Hem aynı gazetenin web sitesinde hem de, Murat Çelik’le birlikte, Habertürk’te, sürüye katılan Fatih Çekirge. Tabiî ki Emin Çölaşan. Böyle linç kampanyaları hiç onsuz olur mu? Kanaltürk’ün o zamanki sahibi Tuncay Özkan ve kanalın isimlerini bilmediğim haber editörleri. ATV’de haber sunan Ali Kırca ve mutfaktaki ortağıYılmaz Özdil. Tekrar tekrar 20 yıla kadar hapis talebiyle yargılanmam için yazılar döşenen Hulki Cevizoğlu. Daha düşük perdeden de olsa koroya katıla Defne Samyeli, Rıza Zelyut, Mustafa Mutlu, Necati Doğru, Ümit Zileli, Mine Kırıkkanat vb. Aylar sonra saçma sapan yazılarla müdahil olmaya çabalayan Zülfü Livaneli. Ve şimdi adlarını hatırlamadığım daha birçok gazete fıkra yazarı. Emekli General Şener Eruygur ve başka bazı subaylar. YÖK’e öğretim üyeliğinden atılmam için dilekçe veren TGB’ciler. Emir komuta zinciri içinde Malatya Üniversitesi’ndeki tüm hocalara aleyhime bildiri imzalatan Fatih Hilmioğlu. Aynı şeyi Gazi İİBF’de yapmaya çalışan Muhteşem Kaynak. Ve elbette Gazi’nin o zamanki rektörü Kadri Yamaç…
Hepsinden “özür” alacaklıyım
Bu kimselerin hepsinden birer özür alacaklıyım. Peki, özür dilerler mi? Sanmam, zira herkes kumaşının gereğini yapar. Zaten benim onların özrüne ihtiyacım da yok. Çabam, uygarlık değerlerine aykırı, insanlık dışı eylemlerini teşhir etmeye yönelik. Ancak,Osman Gençer’in durumu farklı. Onun bana yaptığıyla bir insana silahla suikast yapmak arasında fazla bir fark görmüyorum. Bunu anlayacak çapta mıdır bilmem, ama aynı şey kendi başına gelseydi mutlaka anlardı. Evet, adlî makamlara sesleniyorum: Bu yazı Osman Gençer hakkında bir suç duyurusudur. Lütfen gereğini yapın.
Taraf, 23.02.2013