Baştan söyleyeyim de kimsenin aklına kurt düşmesin: Dershanecilik yapan herhangi bir yakınım yok.
Dershaneye giden çocuğum yok. Dershaneye kiraya verdiğim mülküm yok. Dershanelerin kapanması ya da açık kalması meselesiyle en ufak bir çıkar ilişkim yok…
Çocukların haftada beş gün okuldan sonra hafta sonunu da dershane sıralarında geçirmelerinin ne demek olduğunu; onların o sınav maratonunda neler çektiklerini bire bir yaşamış biriyim.
Evimize temizlik için gelen yardımcımız, büyük kızından sonra şimdi küçük kızını da dershaneye yazdırdığını; bu yıl toplam bilmem kaç bin liralık senet imzaladıklarını söylediğinde ve benden boş olan tek günü için, tek dinlenme günü için gündelikçi arayan birini bulmamı rica ettiğinde, içim Sayın Başbakan’dan daha az daralmıyor.
Peki o zaman ben bu meseleye neden taktım? Çünkü bu bir ilke meselesi, bir özgürlük sorunu da ondan…
Dershaneleri kaldırmak rekabeti kaldırmaz
Başbakan Erdoğan dünkü AK Parti İl Başkanları Toplantısı’nda bu konudaki kararlılığını bir kez daha ortaya koymuş. “Dershanecilik olayını kaldıracağız. Biz dershanelere diyoruz ki, okullaşın, biz sizin yanınızdayız. Ama bunu istemiyorlar çünkü para tatlı geliyor. Bunun adımını atacağız, 2013 ve 2014’e o sistemle girmiş olacağız” demiş.
Milli Eğitimin Bakanlığı’nın özel okullardan hizmet satın alması fikrini, ilk ortaya atıldığı 2003 yılından beri şiddetle destekliyorum. Bu konudaki yazılarım ortada. Şu anda kontenjanını dolduramayan birçok özel okul var. Milli Eğitim, gerekli düzenlemeleri yapıp hemen bu okullardan hizmet satın almaya başlayabilir. Ayrıca dershaneciliğe yatırım yapanlardan isteyenler de fizibilite hesaplarını yapar ve uygun görürlerse dershanelerini okula dönüştürebilirler. Hükümet de böyle bir dönüşümün gerçekleşmesini istiyorsa, bunu ekonomik olarak cazip hale getirmek için elindeki çeşitli iktisadi araçları, teşvikleri, kredi sistemlerini vs. devreye sokabilir.
Ama bu dönüşümü dershaneleri okullaşmaya mecbur bırakarak yapamaz. Ekonomide zoru devreye sokamaz. Girişim özgürlüğünü ortadan kaldıramaz. “Dar gelirli ailelerin dershanelere para akıtmasının önüne geçmek” gibi halisane bir amacı bile olsa yapamaz bunu…
Kaldı ki, eğer Başbakan üniversite sınavlarını kaldırınca otomatik olarak dershanelere olan talebin de ortadan kalkacağını sanıyorsa yine yanılır.
Üniversite okuma talebi ile toplam kontenjan sayısı arasındaki büyük fark olduğu sürece, bir eleme yapılması kaçınılmazdır. Eğer bu eleme merkezi bir sınavla yapılmayacaksa, üniversite öncesi okul başarısı üzerinden yapılacak demektir. (Ben bunun korkunç sonuçlara yol açabilecek büyük bir hata olduğunu defalarca yazdım, ama bu başka bir konu.) Bu da değişen bir şey olmaması, rekabetin aynen sürmesi, eskiden üniversite giriş sınavları için girilen yarışa, yeni durumda okul başarısı için girişilmesi demektir. Öğrenciler üniversite giriş sınavı için değil, ders notlarını yükseltmek için özel takviye almaya çalışırlar. Bu ihtiyaç ortadan kalkmadıkça da siz dershaneleri kapatırsanız, bu defa özel ders piyasası patlar. Üstelik de o piyasa, kollamaya çalıştığınız o yoksul ailelerin asla ulaşamayacağı bir piyasa olur. Bugün Anadolu’nun en ücra köşesine kadar yaygınlaşmış dershane ağı sayesinde bir ölçüde sağlanmış olan fırsat eşitliğini de tarumar etmiş olursunuz.
“Para tatlı geliyor”
Son olarak, Erdoğan’ın dershanecilere yönelttiği “Para tatlı geliyor” suçlamasıyla ilgili de birkaç şey söyleyip bitirelim.
Bu cümlesiyle dershanecileri “toplum karşıtı” bir pozisyonda göstermeye çalışan Başbakan, şu anda kendisinin yönettiği bu ülkede kapitalist bir sistemin yürürlükte olduğunu da kapitalist sistemin işlemesinin temele motivasyonunun “paranın tatlı gelmesi” olduğunu da unutmuş görünüyor.
Evet, para tatlı gelir. Sermaye hep tatlı parayı arar. Girişimci tatlı paranın kokusu peşinde koşar. Kapitalist sistem de böyle yürür. Bu suç değildir; düşük ahlaklı olmak da değildir. Tam tersine yatırımcının yüksek kâr peşinde koşması, ülke kaynaklarının en verimli kullanımı için şimdiye kadar bulunabilmiş en iyi yoldur; dolayısıyla ekonominin bütünü ve toplumun genel çıkarı için en rasyonel kaynak dağılımı bu sayede yapılabilir.
Her lafın başında “serbest piyasa ekonomisine inandığını” söyleyen bir Başbakan’a bunları hatırlatmak zorunda olmamalıydık aslında. Ama inanmak başka, anlamak başka bir şey anlaşılan…
Bugün, 10.09.2012