Ve şu an hakkında dava açılan “parasız eğitim eylemcileri” görece bir zafer kazandı. Bu hamle toplumun geniş kesimlerince olumlu karşılandı ancak hiç kimse işin aslını sorgulamıyor, sorgulayanlar ise olaya AKP karşıtlığı ile bakıyor. Hâlbuki parasız eğitimin aslında parasız eğitim olmadığı, bunun bir çeşit sübvansiyon ve haksızlığı derinleştiren bir sorun olduğunun farkında bile değiliz.
Türkiye’de tarım üreticisinden sanayi üreticisine pek çok alanda sübvansiyonlar var ancak bu paraların nereden geldiği ise hemen hiç sorgulanmıyor. Sorgulanmadığı gibi hemen her sektör bunlardan pay alabilmek için siyasi parti ve hükümetleri etkilemek için büyük paralar harcamaktan çekinmiyor ve çoğu kez bu çıkar mücadeleleri ustalıkla kamufle edildiği için halktan destek alıyor. Hâlbuki sübvansiyonlar vatandaşların cebinden çoğu kez “ulusal çıkar” veya “milli menfaatler” ifadelerinin arkasına saklanarak yapılan açık bir hırsızlık. Sübvansiyon nedeniyle evimize giren pek çok şeyin fiyatı daha ucuz olabilecekken artıyor ve bizler önce vergi sonra da artan fiyatlarla iki kez soyuluyoruz. Üreticileri desteklemek adına yapılan yanlış sübvansiyonlar sektörleri geliştirmek yerine yıllardır yapılan yanlışların tekrarına, rekabet koşullarının zedelenmesine, piyasaya yeni girişlerin önünün kesilmesine ve daha önemlisi kalitenin yükselmesine engel oluyor.
“Parasız eğitim” altında talep ettiğimiz şey tüm sübvansiyonlar gibi eğitimin de vergilerle finanse edilmesidir ve bu paralarda hayatlarında hiç okul yüzü görmemiş ya da çocuklarını okula gönderememiş insanların da katkısı var ve bu paralar hemen her konuda olduğu gibi bu alanda da çok büyük bir müsriflikle harcanıyor. Parasız eğitim talebinin özünde eşitlik beklentisi olmasına rağmen bu modelin fakirlerden ziyade zenginlere yaradığı ise acı bir gerçek. Bugün Türkiye’nin en iyi okulları olarak gösterilen fen liseleri ile köklü Anadolu liselerinde okuyan öğrencilerin aile profillerine bakıldığında bu gerçek tüm çarpıcılığı ile karşımıza çıkıyor; Dünya Bankası’nın Türk eğitimine yönelik hazırladığı rapora göre, fen liselerine gidenlerin üçte ikisi, Anadolu liselerine gidenlerin ise yüzde 50’si Türkiye’nin en zengin kesimi olan yüzde 20’lik dilimdeki ailelerin çocukları. Öyleyse neden bu eğitimi çok rahatlıkla finanse edebilecek ailelerin çocuklarının eğitimini Türkiye’nin en fakir kesimleri finanse etsin ki? Yapılması gereken, fakir ve zeki çocukların okumalarını kolaylaştıracak bir sistemin kurulmasıdır. Kamu okullarında ve özel okullarda kontenjanlar dâhilinde başarılı fakir aile çocukları tam veya yarı bursluluk şeklinde desteklenmelidir.
Üniversitelerde harçları kaldırmak yerine daha köklü bir reforma ihtiyaç var. Fakir aile çocukları ile orta ve üst sınıf çocuklarını eşitsiz bir yarışa sokmak yerine üst sınıfları rahatlatacak alt sınıflara ise yol açacak modeller oluşturulmalıdır. İşin çözümü aslında çok basit, çözüm parasız eğitimde değil tam tersi paralı eğitimde. Okumak isteyen gençlerin önü açılmalı ama nasıl? Zengin ailelerin çocuklarını bedeli karşılığında istedikleri alanlara göndermelerine izin verilirken ekonomik durumu yetersiz ama okumak isteyen gençlerin istedikleri bir eğitim alanında -başarılı olma şartı ile- harcamalarının önemli bir kısmı devlet ya da vakıflar tarafından karşılanmalıdır. Ancak bu karşılama karşılıksız olmamalı, karşılığı ileride para ya da hizmet olarak tahsil edilmelidir. Çünkü yarın doktor, avukat, hâkim, savcı, mühendis, öğretmen vs. olduklarında harcadıkları emeğin karşılığını elde ettikleri kazanımlarla fazlasıyla alacaklar.
Komik bir burs anlayışımız var. Devlet herkese burs vermeye çalışırken, pek çok özel vakıf başarıya göre üniversite öğrencilerine yüklü miktarlarda karşılıksız burs veriyor. Örneğin bir özel vakıf, 2011 yılında burs vermek için koyduğu alt puan barajını 460 ile 490 arasında belirlemiş. Şimdi sormak lazım Kütahya’nın, Şırnak’ın, Diyarbakır’ın, Tekirdağ’ın ya da tüm Türkiye’nin arka varoşlarında yokluklar içinde mücadele eden kaç fakir öğrenci bu barajı geçebilir? Bu çocukların çoğu ellerinden geleni yaparak geleceklerini kurtarabilmek adına çeşitli üniversitelere yerleşiyorlar. Ve çoğu aile çocuklarının eğitim hayatı boyunca açlık sınırının altında bir yaşam sürmek zorunda kalıyor.
ABD ve Avrupa ülkelerinde pek çok devlet ve vakıf üniversitesi bağışlarla yaşıyor. Çünkü kontenjanları her isteyene açık, parası olan veliler çocuklarını istedikleri üniversitelerde yüklü miktarda bağışlarla okutuyor ve bu bağışlar sayesinde onlarca fakir öğrenci okuma imkânına kavuşuyor. Türkiye’de üst sıralarda yer alan üniversitelerde de benzer bir sisteme geçilebilir ve zenginler muhtemelen ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi gibi üniversitelerde çocuklarını okutmak isteyecektir. Bu okullar kontenjanlarının bir kısmını zengin çocuklarına yüklü bedellerle açsa ve buradan gelecek paralar ile daha çok fakir genç bu okullarda ekonomik sıkıntı çekmeden okusa iyi olmaz mı? Eğitimin parasız olmasında inat etmenin hiçbir mantıki gerekçesi olmadığı ortada ancak önyargılar o kadar güçlü ki basit gerçekleri görmek ve aklıselim ile yaklaşmak mümkün olmuyor.
Zaman, 31.08.2012