Hükümetin soğuk duruşuna da anlam vermekte zorlandım doğrusu.
Çiçek’in bu çıkışı hükümetin bilgisi dışında bireysel bir çıkış mıydı; tepki buradan mı kaynaklandı bilemiyorum. Ama ne olursa olsun, bu çağrının “muhtıra” gibi ağır bir nitelemeyi hak ettiğini düşünmüyorum.
Besbelli ki Cemil Çiçek, özellikle İspanya örneğinden hareketle teröre karşı ortak cephe oluşturmanın bugünün en ivedi siyasi görevi olduğu düşüncesinden hareket ediyor. Her şeyden önce bu temel konuda herkesin açık tutum almasını, ak koyun-kara koyun kimdir ortaya çıkmasını istiyor.
İkincisi, kaleme aldığı metinle güvenlik-özgürlük gibi bir ikilemin bulunmadığını bir kez daha vurgulamaya; güvenliği sağlamak için özgürlüklerin feda edilmeyeceğinin güvencesini vermeye çalışıyor.
Üçüncü olarak da, gerek yeni anayasa vurgusu, gerekse yerel yönetim reformu maddesiyle, terörle mücadelenin demokratik reformları engellememesi ve mutlaka her ikisinin bir arada yürümesi gereğinin altını çiziyor.
Doğrusu, yayınladığı metin, tartışmalı bazı ifadeler içerse de (mesela 2. maddede devletin bekası meselesini bireysel özgürlüklerin ve toplumun güvenliğinin önüne koyması) esas olarak olumlu bir metin.
Ama ben şahsen bir işe yarayıp yaramayacağı konusunda pek iyimser değilim.
“Siyaset üstü” değil tam da siyasetin konusu
Zira her şeyden önce gerek terörle mücadele gerekse Kürt meselesinin Çiçek’in söylediği gibi “siyaset üstü” bir mesele olduğunu düşünmüyorum.
Şimdiye kadar yürüyen bütün tartışmalar da açıkça gösteriyor ki, bugün gerek toplumda gerekse siyasi partiler arasında hem terörün tanımı hem de teröre karşı mücadele yöntemleri noktasında, ayrıca Kürt meselesinin nasıl ele alınacağı konusunda derin ayrılıklar var. Öyle derin ayrılıklar ki bunlar; örneğin şu anda devletin terör örgütünü askeri operasyonlarla çökertmesinin “meşruiyeti” bile “güvenlikçi yaklaşım” söylemleri ile tartışma konusu yapılabiliyor. Terör örgütünün şiddetiyle devletin şiddeti aynı kefeye konabiliyor. Öte yandan, bugün hâlâ Kürtler’e “Türk vatandaşı” denmesini savunan bir siyasi parti mevcut. Bazıları “çözüm”den, PKK’nın statü talebinin öyle ya da böyle karşılanmasını anlarken, bazıları Kürt halkının haklı taleplerinin karşılanmasını; eksik kalan demokratik reformların yapılmasını anlıyor.
Dolayısıyla, teröre karşı mücadele ve Kürt sorunu, “siyaset üstü” değil, tam da siyasetin konusu olan meseleler. Her partinin, her siyasi akımın, politik aktörün ve STK’nın şimdiye kadar izlediği bir siyaset var ve bu siyasetler çok önemli noktalarda çelişiyor.
Hal bu olunca da, bütün siyasi partileri ve toplumsal güçleri ortak davranmaya çağırmak; gerçekçi olmadığı gibi pasifizmden başka bir sonuca da yol açmıyor. Herkesi bir araya getirmeye çalışmak; yani imkânsızı istemek, sonuçta mümkün olanı da yapılamaz hale getiriyor.
Geçici ittifaklar kurarak ilerlemek
İşte ben geçen Meclis döneminde Anayasa Komisyonu’nun oy birliği ile çalışma yöntemine bu yüzden karşı çıktım. CHP’nin ortaya attığı yol haritasında “ille de dört parti” şartı getirmesini bu yüzden eleştirdim. Yeni anayasanın mutlaka “tüm kesimlerin mutabakatı ile çıkması gerektiği” fikrinin yanlış olduğunu; Anayasa’da belirtilen 3’te 2 çoğunluk kuralının yeterli meşruiyeti sağlayacağını bu yüzden savundum.
Bana göre yapılması gereken şey, böyle çağrılarla herkesi bir araya getirmeye çalışmak yerine; birleşebilenlerin, birleşebildikleri noktalarda geçici güç birlikleri yaparak adım adım ilerlemeleri. Yeni anayasa için de bekleyen diğer reformlar için de izlenmesi gereken yol bu…
Mesela şu anda hem CHP hem de AK Parti Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uyum konusunda birbirlerine yakın noktada duruyorlarsa, bu iki partinin başka kimseyi beklemeden kolları sıvayıp bir yerel yönetim reform yasası çıkarmaması için hiçbir sebep yok.
Öyleyse daha neyi, kimi bekliyorlar?
Bugün, 29.08.2012