Yeni anayasanın yapımı sürecinde düşünce dünyasının, şu anda olduğundan, çok daha hareketli olması gerekir. Bundan sonraki kuşakların nasıl yaşayacaklarını etkileyecek olan yeni anayasanın, zengin bir düşünce dünyası üzerinde yükselmesi zaruridir. Toplumumuzun ideal yaşam standartlarına ulaşabilmesi ve siyasal alanın geçerlilik ve meşruluk problemlerinin yaşanmadığı bir işlevselliğe kavuşabilmesi, her türlü siyasal meselenin etraflıca tartışılmasını gerektirmektedir.
Bu çerçevede, “demokrat zihniyet” olarak adlandırılan yaklaşıma yönelik eleştirilerime yeni katkılarda bulunmanın zorunlu olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki, Etyen Mahçupyan 8 Temmuz tarihli Zaman gazetesindeki yazısında, “demokrat zihniyet”ine yönelik merkezi eleştirimi görmezden gelmeyi tercih etti. Hâlbuki, savunmaya çalıştığı yaklaşımın temel hatasına dikkat çekmiştim. Bu temel hatayla hesaplaşmadan, herhangi bir siyasal olgu ya da olay karşısında, kendi içinde tutarlı bir düşünceyi savunabilmesi mümkün değil. Mahçupyan, modernliği demokratik bir perspektiften eleştirerek, yeni bir sürecin inşa edilebileceğini iddia etmekte. Ancak, ilk sınıftaki herhangi bir siyasal bilgiler öğrencisi bile, temsil ettiği ‘sosyal sözleşmeci demokrasi modeli’yle modernliğin 1789’dan beri el ele gelişimlerini sürdürdüklerini, rahatlıkla söyleyebilir. Gelgelelim, bu realite dikkate alınmadığında, siyasal problemlerin çözümü için, ortaya çeşitli ‘oksimoron’lar atılabiliyor.
Yazısının sonunda, yaklaşımlarını geliştirirken herhangi bir yazınsal ya da tarihsel-insani deneyime başvurmadan, adeta ‘kendinden menkul’ bir tarzda düşündüğünü ima eden Mahçupyan’nın bilgi ve düşünceden anladığı şeyin yeryüzünde bir eşi daha olmasa gerek. Hatırlatmak gerekir ki, insani deneyimler, aynı hata ve icatların defalarca tekrarlanmaması için başvurulan bilgi nesneleridir. Aksi takdirde, “Amerika’nın yeni kâşifleri”yle her gün karşılaşmamız kaçınılmaz hale gelir.
Mahçupyan, ısrarla “demokrat zihniyet”ini modernlik eleştirisiyle harmanlayarak sunmakta. Bu, giderek yaygınlaşan postmodern yaklaşımların etkisinden kaynaklanmakta. Galiba, önümüzdeki süreçte, bu tip ‘oksimoronlar’la defalarca karşılaşacağız. Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra, “demokrat zihniyet”in ahlaki alt yapısını sorgulamak isterim. Gerçekten de, diğer demokrasi modelleriyle karşılaştırıldığında, ‘karşılıklı iknaya dayalı sosyal sözleşmeci demokrasi modeli’nin meşruluk ve geçerlilik problemlerinin yanı sıra ahlaki krizlere de yol açması kaçınılmazdır. Zira, referans kaynağının müzakereye indirgenmesi, insanların yaşamlarını biçimlendirmekte kullandıkları ‘evrensel referans kaynakları’nın bir kenara bırakılmasını gerektirir. Bu, Kuran, İncil ve Tevrat gibi temel referanslarla yaşamlarını şekillendiren birey ve cemaatleri merkeze tabi olmaya zorlar. Böylece, merkezdeki ortaklaşma süreçlerinde, evrensel referansları ortadan kaldırarak taraflardan çeşitli ödünler koparan devlet, iktidarını sürekli pekiştirir.
Mahçupyan’nın ideolojiden ne anladığı da son derece problemli görünmekte. Modernlikle ideolojiler arasında sınırları belirli bir ayrım yapamamış görünüyor. İdeolojiler, esasında, Fransız Devrimi’nin neden olduğu dönüşüm süreçlerine karşı alınan farklı tepkiler olarak ortaya çıktılar. Sosyalistler modern dönüşümlerin hızlandırılması; muhafazakârlarsa kontrollü bir biçimde sürdürülmesi, gerektiğini düşündüler. Bu süreçte siyasal referansın insani deneyimlere ya da Tanrı’ya değil, fakat mekanik bir tarzda işlediğine inanılan doğaya yapılması, sosyal ve kültürel hayatı derinden sarstı. Bu, Hobbes’un temsil ettiği sosyal sözleşmeciliğin doğal sonucuydu. Montesquieu’den Tocqueville’e uzanan Fransız liberal geleneğiyse, esas olarak, dizginlerinden boşalmış bir biçimde önüne gelen her şeyi kasıp kavuran ‘genel irade’ ve ‘sosyal sözleşmecilik’e (ki bunlar ‘demokrat zihniyette’ damıtılmış bir biçimde temsil edilmektedir) karşı modernliği zapturapt altına alma çabasıdır.
Siyasetin, karşılıklı empatiyle yaşamın kurallarını sürekli yeniden üreten bireylerin eşgüdüm ve müzakeresine indirgenmesi, son derece sempatik bir yaklaşımmış gibi görünse de, sonuçları tahrip edicidir. Modern hayat, giderek artan bir biçimde, farklı zaman ve mekânları birbirleriyle etkileşime zorlamaktadır. Kişilerin hayatları diğer mekânların çeşitli etkilerine karşı savunmasız hale gelmektedir. Bu durum karşısında, çözüm olarak birbirinden farklı ilgi, çıkar ve ihtiyaçlar tarafından biçimlendirilen ‘yerellik’leri merkezi bir eşgüdüme ve ‘genel irade’ye uymaya zorlamanın, yeni tarz totalitarizmlerle neticelenmesi kaçınılmazdır. Mahçupyan, kendinden menkul düşüncelerle yol almaya çalıştığından, modernlik deneyiminin düştüğü hatalara yeniden takılmamıza neden olacak argümanlar sunmakta. Fransız Devrimi’nde Paris’teki merkezi ‘genel irade’ye rıza göstermeyen Lion’un yaşadığı yıkımı, savunduğu “demokrat zihniyet”te hangi birey, grup ya da cemaatin yaşayacağını nasıl bileceğiz?
Ahlaki siyaset, insanları, evrensel referanslarını bir kenara bırakmaya, eşgüdüm ve harmoniye katılmaya zorlamamalıdır. Farklı mekânların sürekli birbirini kültürel ve ekonomik olarak çeşitli şekillerde etkilediği günümüz modern dünyasında yapılması gereken, liberal özgürlükler çerçevesinde kişilerin mekânlarını ve özgünlüklerini, dış dünyanın etkilerine karşı güvence altına almaktır. Empati ve müzakereyle taraflardan çeşitli ödünler kopartarak, her kesimi uzun süreçte kimliksiz, kültürsüz ve geleneksiz bırakacak olan “demokrat zihniyet”e karşı tüm birey, grup ve cemaatlerin kendi özgünlüklerini koruyabilecekleri alanların muhafaza edilebilmesi, sadece liberal özgürlükler vasıtasıyla sağlanabilir. Bu nedenle, ahlaki söylemlerin arkasını sığınıp ‘ahlak vaizliği’ne soyunuyor olsa da, Mahçupyan’nın sunduğu “demokrat zihniyet” kişilerin mekân ve mahremiyetlerini, müzakereyle her türlü dış etkiye açarak, siyasal ahlaksızlıklara kapı aralamaktadır.
Mahçupyan’nın yazılarını ‘hınç’ duygusu şekillendiriyormuş gibi görünmekte. Bu yüzden kendi “demokrat zihniyet”inin temel argümanlarını yazı tarzına yansıtamayan yazar, her şeyin, herkesin ortaklaşması ve eşgüdümüyle biçimlendirildiği bir sistemde, işleticisi kendisi olsa dahi, güvencede olamayacağımız gerçeğiyle bizleri baş başa bırakmakta. Daha başında, çözümü imkânsız karşıtlıkları hem düşüncelerinde hem de yazı tarzında sergileyen Mahçupyan, özgürlüğün, istikrarın, refahın ve çeşitliliğin, ahlaki ve siyasal güvenceye kavuşabilmesi için, insana, dış etkilerden bağımsız bir biçimde özgünlüğünü gerçekleştirebileceği ya da isterse geleneğini devam ettirebileceği, otonom bir sahanın sağlanması gerektiğini bilmeli. Aksi takdirde, siyasal sistem her defasında meşruluk krizleriyle boğuşarak istikrarsızlığa gömülme tehlikesiyle karşılaşır. “Demokrat zihniyet”, böylesi riskleri fazlasıyla barındırmaktadır. Zira, müzakere süreçlerinde kimden ne kadar ödün koparıldığı her zaman göreceli kalmaya mahkumdur. Teraziyi Mahçupyan taşırsa, böylesi bir tehlike çok daha fazladır.
Tüm bu nedenlerden dolayı, Mahçupyan’a, Antik Babil ütopyasını kendisine saklamasını, modernlik koşullarında mekânda ve zamanda yerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış her türlü farklılığın yerelliğini güvence altına alacak liberal özgürlükleri daha dikkatli ve orijinal kaynaklarına başvurarak incelemesini tavsiye ederim. Böylece, hem üslubundaki öfke patlamalarından hem de “demokrat zihniyet”indeki çelişkilerden kurtularak sağlıklı ve tutarlı düşünüşün ne olduğunu deneyimleme olanağına kavuşabilir.
ozkandev@hotmail.com
16.07.2012