Muhammed Yunus, Bangladeşli, iktisatta Nobel kazanmış bir profesör. Grameen Bank adlı bankanın kurucusu ve mikrokredilerle normal şartlarda kredi alma güç ve imkânına sahip olmayan fakirlere iş kurma yolları açma projesinin mucidi.
Projesi son birkaç yıl öncesine kadar gayet iyi çalıştı. Çoğu kadın 8,3 milyon kişi bankadan 20, 50, 100 dolar gibi çok küçük miktarlarda krediler çekerek kendi işini kurdu. Kredilerin geri ödenme oranı neredeyse yüzde 100’dü. Bu finans modeli hem kredi alana hem de kredi veren bankaya fayda sağladı. Bu açıdan Yunus daha önce kimsenin farkına varmadığı bir iş alanını gören bir müteşebbis rolünü oynadı. Kredileri geri ödeme oranının yüksek olmasında kredi alanların bir grup üyesi olması ve bireysel kredilerin ödenmesinin grup tarafından üstlenilmesi şartı en etkili faktör oldu. Şimdilerde büyük sıkıntıları olmakla beraber, Yunus’un ilginç bir model geliştirdiğine ve birçok kimsenin bundan yararlandığına kuşku yok.
Muhammed Yunus şubat ayında İstanbul’da gerçekleştirilen “İnsan Kaynakları Zirvesi 2012″de bir konuşma yaptı. Bankacılık sisteminin genelde fakir insanları sistem dışında bıraktığına işaret etti (Zaman, 16 Şubat 2012). Modelinin tüm dünyaya yayıldığını söyledi. Kapitalizme yönelik şu eleştirileri de yaptı: “Kapitalist sistem baştan aşağı hatalarla dolu… Kapitalist sistem bütün insanların hayat boyu para peşinde olduğunu ve ne kadar paraları varsa o kadar mutlu olduklarını varsayıyor. Buna göre insanlar tek boyutludur. Oysa biz çok boyutluyuz. Bizim için her şey para kazanmak değil. Ekonomik sistemin kavramsal oluşumu herkesin para peşinde koştuğunu varsayıyor ve pratikte hepimizi para peşinde koşturuyor. Bu para merkezli bir sistem, paranın zehirlediği, paraya müptela eden bir sistem. Bu bağımlılıktan, zamanla geçer bu diyerek kurtulmayı bekleyemezsiniz. Sistemi yeniden tasarlamamız lazım.”
Yunus’un sözleri, “kapitalizm” adı verilen şeyin mahiyetini kavramakta Nobel ödüllü iktisatçı olmanın da fayda sağlamayabileceğinin iyi bir örneği. Aynı zamanda, yaman bir çelişki, zira, mikrokredi işinin kendisi kapitalizmin mantığına uyan bir iş denemesi. Öyle olmasaydı, Yunus mikrokredileri vermek için bir şart koşmaz, geri ödemelerini garantiye almanın yollarını da aramazdı. Kredileri karşılıksız dağıtır ve böylece hem kendisini hem kredi alan banka müşterilerini kendi deyişiyle “paranın boyunduruğu”ndan kurtarmış olurdu. Oysa, karşımızda kapitalist iş kurallarına harfiyen uyan, ama birçok müteşebbis gibi kapitalizme veryansın ederek halkla ilişkiler faaliyeti yürüten bir girişimci var.
Şu sevimsiz “kapitalizm” kelimesinin mucidinin liberaller değil sosyalistler olduğuna bir kere daha işaret etmek isterim. Galat-ı meşhur olduğu için veya benim yaptığım gibi, gıcıklık-inat olsun diye bu kavramı kullanacaksak, kapitalizmin iki türü olduğunu akılda tutalım. İlki ahbap-çavuş kapitalizmi dediğimiz, işadamları ve işletmelerin devlete (bürokratik ve siyasi güce) eklemlenmesine dayanan, korporatist, faşist ve sosyalist unsurları bünyesinde birleştiren tür. İkincisi, serbest piyasa kapitalizmi veya liberal kapitalizm dediğimiz, devletin işadamları ve işletmeleri hem beslemek hem yönlendirmekten uzak durduğu, hukukun hâkimiyetine ve serbest piyasalara dayanan tür. Ben ikincisini savunma adına konuşuyor ve yazıyorum.
Yunus gibi entelektüellerin anlayamadığı şey, lanetledikleri “kapitalizm”i eleştirme adına aslında insani hayatın tabiatını eleştirmekte olmaları. İnsan hayatı birilerinin kaprisiyle şekillenemez; onun “doğal”, olağan, geri çevrilemez, her zaman ve yer için geçerli dinamikleri ve süreçleri var. Bunları veri olarak alan her model (ki bunların en başarılısı piyasa kapitalizmi) özgürlük, barış ve refah, bunları hesaba katmayan ve istediği gibi dönüştürebileceğini varsayan her model (kölelik, faşizm, sosyalizm, komünizm veya bunların çeşitli bileşimleri) tahakküm, savaş ve açlık üretir. Geçmişte böyle oldu, gelecekte de böyle olacak. Bu dediğimin yanlış olduğuna inanan herkese “hodri meydan!”. Solun ve sağın kolektivistleri, liberal kapitalizm karşıtları, buyrun, serbest rekabetçi kapitalizmi yıkın ve yerine ne tesis etmek istiyorsanız edin. Elinizi tutan mı var! Yalnız, bunu yapmanın insana ve insanlığa savaş açmak anlamına geleceğini de unutmayın.
Liberal kapitalizm her insanın hayatının (kendisinin, ailesinin, sevdiklerinin) sorumluluğunun onun kendisine ait olmasını esas alır. Bu o böyle olmasını istediği için değil, öyle olduğu için öyledir. Her insan hayatını idame ettirmeye çalışır. Bunun pratikteki anlamı onun para kazanma peşinde olmasıdır. Ancak bu sayede o bizzat üretmediği veya üretemediği ihtiyaçlarını diğer insan kardeşlerinden şeref ve haysiyetinde bir eksilme olmadan, başı dik olarak, gönüllülüğe ve mütekabiliyete dayanan ilişkiler temelinde temin eder. Onun para sahibi olabilmesi de, normal şartlarda, diğer insanları mutlu edecek, onların ihtiyaçlarına cevap verecek, onlarda temin etme ve kullanma arzusu uyandıracak mal ve hizmetler üretmesine bağlıdır. İşte bu özelliklere sahip ilişkiler ağı, insanların karnı tok, mutlu, sağlıklı bir hayat sürmesinin ön şartıdır.
Para sahibi olanlar yanlış, zararlı şeyler yapmaya da yönelebilirler; ancak bu hiçbir zaman sadece paranın eseri olamaz. Birçok faktörün bileşimi sonucunda ortaya çıkar. Fakat, nedense, para sahipliğinin gerçek veya muhayyel kötü sonuçları hep abartılarak gündemde tutulurken, iyi neticeleri daima göz ardı edilir. Para sahibi olmak insanlara özsaygı ve özgüven kazandırır. Paralılık bağımsızlığı ve gönüllü işbirliğini besler. Para kötülerden ve kötülüklerden kaçınma imkânı sağlar. Para sahibiysek fakirleri yedirip giydirebiliriz; çocuklarımıza, anne-babalarımıza ihtiyaçları olan şeyleri temin edebilir ve bunun hazzını yaşayarak mutlu oluruz. Paramız varsa gazete dergi alırız; iş kurarak başka insanlara istihdam sağlarız. Paramız varsa cömertliği öğrenebiliriz. Paralıysak seyahatlere çıkıp sevdiklerimizi ziyaret edebilir; diğer ülkelere gidip farklı kültürleri, tarzları, tabiat manzaralarını yerinde görebiliriz. Listeyi uzatmak gereksiz. Bütün insanlar bunun farkında olduğu içindir ki herkes para peşindedir. Para acı veren, mutsuzluk getiren bir şey olsaydı, tüm insanlar onun peşinden koşmazdı; para kazanmaya, biriktirmeye, kullanmaya çalışmazdı; paradan şeytan görmüş gibi kaçardı.
Hayaller âleminde gezinip parayı dışlayan bir hayat yaşamayı arzu edenlerin bunu yapabilmesi dahi, paranın olmasına ve herkesin bu tarz bir hayatı seçmemesine, böylelerinin sayı bakımından marjinal kalmasına bağlıdır. Herkes paradan (yani çalışmaktan, üretmekten, mübadeleden) kaçarsa, insanlık ya varlığını sürdüremez, ya da barbarlık seviyesinde yaşar. Bu anlattıklarımı fabrika işçisi, bakkal, mobilya ustası, apartmanımızın kapıcısı gayet iyi anlıyor. Ah bir de okumuş yazmış takımı anlayabilseydi.
Zaman, 13.07.2012