Günah işleme özgürlüğü

Kürtaj tartışması giderek ciddileşiyor.
Başbakan’ın ve Sağlık Bakanı Akdağ’ın açıklamalarından anlıyoruz ki, bu konuda bir yasa değişikliği için karar çoktan verilmiş. Niyet ya kürtajı tamamen yasaklamak ya da süreyi 4 haftaya indirmek… Bu arada “istim arkadan gelsin” misali birtakım kurullar oluşturularak çıkarılacak yasaya sözde meşruiyet sağlanmaya çalışılıyor.

Bu anlamda, bugün izlenen yöntemin Recep Akdağ’ın eleştirdiği 12 Eylülcüler’in yönteminden hiç farkı olmadığı ortada. Kaldı ki 1983, 12 Eylül rejiminin gerileme sürecine denk gelen bir tarihtir. Yasal kürtajın kabulünü 12 Eylül rejimine mal etme ve böylelikle kürtaj yasağını 12 Eylül karşıtı bir harekâta dönüştürme gayreti manasız bir gayrettir.

Cinayet ama hangi noktada?

Hiçbir hukuk cinayete göz yumamaz. Ama cinayetin söz konusu olması için, ortada bir insan olması gerekir. Demek ki, bütün mesele embriyonun hangi aşamadan sonra insan olarak telakki edileceği noktasında düğümlenir. Bu ise hem dinlerde hem de hukukta sonu gelmeyen bir tartışmadır. Dini alandaki tartışmada isteyen istediği yoruma inanabilir ve kendi hayatında uygulayabilir. Ama laik bir ülkede insanların günah işleme özgürlüğü vardır. Dolayısıyla, burada önemli olan, dinin ne buyurduğu değil, hukukun kürtajı hangi noktadan sonra cinayet olarak gördüğüdür.

Ne var ki, çeşitli ülkelerin hukuklarında yasal kürtaja 10 haftadan 20 haftaya kadar değişen süre sınırı konması, hukukun da bu soruya tek bir cevabı olmadığını ortaya koyuyor ki bu da gayet normal. Zira insan hayatı kesintisizdir; ceninin bir kan pıhtısından doğuma hazır bir canlı haline gelinceye kadar geçirdiği süreç de öyle… Ama bizler, birçok kez, hayat dediğimiz bu kesintisiz süreçte yaşanan nicelik değişimlerinin nitelik değişimlerine dönüştüğü “sıçrama noktaları”nı tespit etmek durumunda kalıyoruz. Örneğin, reşit olma yaşı, evlenme yaşı, cezai ehliyet yaşı tespit ediyoruz. Tespit ettiğimiz bu “dönüm noktaları”nın hepsinin de sübjektif olduğunu; pekâlâ ileri ya da geri alınabileceğini bilerek yapıyoruz bunu. Ehh, mademki sonuçta bu dönüm noktalarını biz tayin ediyoruz, neden 10 hafta yanlış da 4 hafta doğru oluyor?

Toptan yasaklama gelirse

Muhafazakârlığını ilan etmiş bir hükümetin kürtaja karşı olması elbette doğal. Ama kendi ahlak anlayışını, kendi değer sistemini bütün topluma dayatma arzusu ne doğal ne de doğru. Erdoğan, tıpkı üç çocuk konusunda yaptığı gibi bu konuda da topluma kürtaj aleyhtarı mesajlar verebilir, kürtaja karşı ideolojik bir mücadele yürütebilir. Ama kendi “doğru”sunu bütün toplum için doğru kılmaya kalkıştığı noktada büyük bir dirençle karşılaşmayı da göze alması gerekir.

Özellikle kürtajı toptan yasaklamaya kalkışırsa…

Bilenler bilir, 1971 Nisan ayında Fransa çok ilginç bir kürtaj hakkı mücadelesine tanık olmuştu. O tarihte Fransa’da kürtaj suçtu. Aralarında ünlü Fransız düşünürü Simone de Beauvoir’in da bulunduğu 343 kanaat önderi kadın ortak bir itirafname imzaladılar, “Ben de kürtaj yaptırdım” diyerek “suçlarını” itiraf ettiler. “Kürtaj yaptırdım” deklarasyonu Nouvel Observator’da yayınlandı. Bu kampanyanın kıvılcımı Almanya’ya da sıçradı ve aynı yıl 375 Alman kadın Stern dergisine “Kürtaj yaptırdım” itirafında bulundu. Bu mücadele o ülkelerde belli sınırlar içinde kürtajın yasallaşması sürecinin başlangıcı oldu.

Peki, 1970’lerde Fransız kadınlarının yaptığını Türkiyeli kadınlar yapamaz mı? Hem de nasıl yapar…
Bir an için, Türkiye’de kamuoyu önderi yüzlerce, belki binlerce kadının, suç olduğu halde “Ben de kürtaj yaptırdım, günahı benim boynuma” diye ortaya çıktığını ve doğal olarak hapse atıldığını hayal edin…
Sizce herhangi bir hükümet bu yükü kaldırabilir mi?

 

Bugün, 01.06.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et