MEB Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in “öğretmenler 3 ay tatil yapıyor” Sayın Bülent Arınç’ın “öğretmenler bu dönem şahsiyet kazanacaklar” ve ardından Sayın Başbakanın yine öğretmenler haftada 15 saat çalışıyor” sözlerinin ardından öğretmenler kendilerine haksızlık yapıldığını düşünerek tepki gösteriyorlar. Hükümet yetkililerin öğretmenlere dönük sarf ettikleri bu türden sözler tartışılabilir. Ancak hükümet, öğretmenlere dönük bir sorgulama başlatacaksa eğer bu “tatiller” üzerinden olmamalıdır. Asıl sorgulanması gereken öğretmenlerin neden üretken, özgür ve yenilikçi olmamalarıdır. Cumhuriyetçi ulus devletin öğretmen mesleğini neden bu kadar kutsallaştırdığı ve onlara yüklediği görevler üzerinden bir tartışma başlatabilirler örneğin. Bugünlerde hükümetin memurlara önerdiği zam oranlarını ve öğretmenlere dönük sarf edilen sözleri içerleyen bazı öğretmenler söz özgürlük değerine geldiğinde “özgürlükten nefret ettiklerini, okullarda tektip kılık kıyafet uygulamasının devam etmesini, andımız adlı yemin metninin kesinlikle kaldırılmaması gerektiğini, rahat hazır ol komutlarının çocukları disipline ettiğini vs ifade ediyorlar. Kısacası kural, yönetmelik ve yasa neyse biz bunları bilir ve uygularız” diyorlar. Söz konusu öğretmenlik mesleği ise asıl tartışılması gereken mesele burasıdır.
Bilindiği gibi ulus devletler eğitime ve öğretmene özel bir ilgi göstermişlerdir. Çünkü Cumhuriyetçi ulus devletler tek bir renkten, inançtan, dilden ve ırktan müteşekkil bir toplumun yaratılması için evvela resmi ideolojinin kurguladığı ve onlara statükonun bekçiliği gibi kutsal bir vazifeyi yüklediği öğretmenlere ihtiyaç duymuştur. Başka bir deyişle resmi ideolojinin okul ve öğretmenler aracılığıyla toplumun tüm kesimlerine eksiksiz verilebilmesi için özellikle okula ve öğretmenliğe ayrı bir kutsallık atfedilmiştir. Bu bakımdan örneğin Türkiye’de “eğitim ordusunun” ülke için askerî ordudan daha önemli olduğu, yarınlarımızın çağdaş, ilerici, öğretmenlere emanet edildiği/edileceği, bilimin, aklın ve aydınlığın öncüsü öğretmenler olduğu gibi ifadeler yıllardır dillendirilir. Kısacası öğretmenler devrimlerin bekçiliğini yaptıkları ve resmi ideolojiyi kusursuz bir biçimde topluma transfer ettikleri ölçüde kutsal ve değerli görülmüştür.
Öğretmene verilen ilk görev
Tevhidi Tedrisat yasasının kabulünden sonraki yıllarda (1925)İsmet İnönü “Muallimler Birliği’nde” öğretmenlere neyi öğretecekleri ve nasıl bir tutum takınacaklarını şu ifadelerle anlatmıştır. “Milli terbiye istiyoruz; bu ne demektir. Bunu zıddile daha vazıh anlarız. Milli terbiyenin zıddı nedir derlerse söyleyebiliriz, bu belki dini terbiye yahut beynelmilel terbiyedir. Sizin vereceğiniz terbiye dini değil milli, beynelmilel değil millidir. Sistem bu. Dini terbiyenin milli terbiyeye taarruz teşkil etmediğini, zaman, her iki terbiyenin kendi yollarında en temiz bir tecelli göstereceğini isbat edicektir. Beynelmilel terbiyeye gelince esas itibariyle dini terbiye dahi bir nevi beynelmilel terbiye demektir. Bizim terbiyemiz kendimizin olacak ve kendimiz için olacaktır” diyerek bir bakıma öğretmenlerin yolunu çizmiştir.
Okullarda kuvvetli laik, cumhuriyetçi, devrimlerin yılmaz bekçisi, iyi birer vatandaş olmak adına gereken uygun davranışların, tutumların ve değerlerin kazandırılması için Maarif Vekâleti’de; Herkes ne olduğunu, nasıl bir millet olduğunu, devlet için yapacağı işleri bilmelidir bu bilgi mekteplerde öğretilir. Okul bireyleri toplu yaşama, faydalı birer yurttaş haline dönüştüren bir ana kucağıdır. Şeklinde okulu kutsallaştıran ifadeleri ders kitaplarına ve amaçlarına yerleştirmiştir. Öğretmenlerden de bu değerleri kendilerine emanet edilen nesillere aktarması beklenmiştir. Bu yüzden Türkiye’de öğretmenler yasa ve yönetmeliklerle çocukları milli eğitimin öngördüğü değerler doğrultusunda terbiye ederler. Özgürlük değerine yabancı kalmaları, militarizme olan bağlılıkları birazda bundan kaynaklanmaktadır. Örneğin -basına da yansıyan- bir öğretmenin sırf başörtü taktığından ötürü mevcut laiklik anlayışının gereği “gerici” ilan ettiği öğrencisini dövmesi gibi vahim örnekleri rastlayabiliyoruz.. Keza okula farklı renkte kıyafet giyerek gelen ilkokul öğrencilerini rencide eden, saç trası olmayan öğrencilerin saçlarını ceza olarak arkadaşlarının önünde makasla kesen, törenlerde hazırola geçmeyen öğrencilerini döven, çocukların rahat hazır ol komutlarıyla asker gibi yürümelerinden rahatsızlık duymayan, onların tek bir kıyafete mahkûm edilmelerini eğitim adına sakıncalı bulmayan, milliyetçiliğin içselleştirilmesi gereken en temel değerlerden birisi olduğuna iman eden eğitimcilerin de sayısı az değildir. Eğitimcilerin bu şekilde tavır ortaya koymalarını ve zihinlerinin bu denli kapalı olmasına neden olan eskiden kalma bir yığın yasa ve yönetmeliklerin de varlığını göz önünde bulundurmak gerekir.
Her iki taraf özeleştiri yapmalıdır
Bugün “farklılıklarla birlikte barış ve huzur içinde yaşamamız lazım” gibi söylemlerin sivil toplum nezdinde sıklaştığı bir ortamda bir taraftan da buna engel olan örneğin “andımız” gibi metinleri, tek tip üniformacılık gibi dayatmaları, nöbetçilik sistemini vs. eğitimin olmazsa olmazı gören ve bu tür uygulamaların kaldırılacak olmasını da cumhuriyetin imhasıymış gibi değerlendiren birçok eğitimcinin özeleştiri yapmadığı da bir gerçektir. Tatil söz konusu olduğunda ortak tavır alan öğretmenlerin özgürlük söz konusu olduğunda bu denli ayrışmaları manidardır. Tamda bu noktada MEB Bakanı dâhil hükümet kanadı da tartışmaya yanlış yerden başlamışlardır. Öğretmenlik mesleğinin tek eleştirilecek yanı mesai ve tatil değildir. Bilakis öğretmenlerin ufkunu daraltan birçok yasa ve yönetmeliğin varlığıdır. Hükümet bu anlamda kendi özeleştirisini de yapmalıdır. Eğer eğitim kurumları daha esnek ve özgürlükçü bir yapıya kavuşturulursa öğretmenlerin buna uyum sağlamaları zor olmayacaktır. Öğretmenleri yasakçı yapan onları üretken kılmayan ve yenilikçi fikirlerin oluşmasına engel olan en önemli husus tek-tipçi eğitim sisteminin özgürlükleri daraltan zihniyetidir. Bu az çalışmaktan ve bol tatil yapıp, para harcamaktan daha vahim bir durum değil midir?
Okulların en az elli yıl öncesinin yasa ve yönetmelikleriyle farklı kimliklerin, inançların, mezheplerin, dillerin, ırkların dışlandığı, yok sayıldığı, darbelerinde etkisiyle resmi ideolojinin ve dar bir milliyetçilik anlayışının içselleştirildiği birer ideolojik aygıtlara dönüştürüldüğü bir ülkede öğretmenlere biçilen rol mutlaka gözden geçirilmelidir. Öğretmenlik mesleği birçok kesimin sandığı gibi kutsal bir meslek değildir. Neticede eğitim bir bilim dalıdır ve öğretmende diğer bilim dallarında olduğu gibi mesleğini yapan bir insandır. Ulus devletler tarafından fazlaca şişirilmiş ve ayrıca dokunulmaz kılındığı için öğretmene dönük sarf edilen her türlü eleştiri ciddi tepkilere neden olmaktadır.
Sonuç olarak; az çalıştıklarına katılmamakla birlikte yeterli bir tatile hak ettiklerini de düşünenlerdenim. Ancak büyük bir kesimi yenilikçi, özgür ve demokrat bir zihniyete sahip değil. Ve eğitimin temel sorunlarına dönük ciddi çalışmalar yürütmüyorlar. Ve asıl sorun da burasıdır. Öğretmenlere bol maaş ve uzun tatil verildiğinde de bu sorunların ortadan kalkacağını düşünmüyorum. Kendilerini hala bir önceki çağa ait düşüncelere hapsetmiş, kuralcı, eleştirel düşünceden uzak, militarist uygulamaları içselleştirmiş, resmi ideolojiyi kutsal bir öğreti olarak kabul etmiş bir öğretmen kitlesinin de ülkeyi ileriye taşıyacağını zannetmiyorum. Bakanlık öğretmen söz konusu olduğunda dikkatleri bu noktaya çekmelidir. Ve onların özgürleşmesine mani olan tüm engelleri ortadan kaldırmalıdır.