Devrim Özkan – Siyasal Sistemimizi Yeniden Yapılandırmak

Toplumumuzun cumhuriyet deneyiminin geldiği son noktada siyasal sitemimizin baştan aşağı yeniden yapılandırılması zaruret haline gelmiştir.
Yirminci yüzyılı ne yapacağına karar veremeden geçiren toplumumuz siyasal sitemini yeniden yapılandırırken geleceğine dair kararını da vermek zorundadır.

Ülkemizin nasıl bir biçimde yönetilmesi gerektiğine dair tartışma birkaç ana başlığa ayrılabilir. Birincisi idari mekanizmanın adil bir biçimde nasıl işletileceğidir. İkincisi halkın idari sistemdeki konumunun ne olması gerektiğidir. Son olarak idari mekanizmanın etkin ve verimli bir biçimde işlemesi için nasıl yapılandırılması gerektiği bir diğer ana başlıktır. Şüphesiz bu üç başlık birbirleriyle derinden ilişkilidir. Dolayısıyla her biri ele alınırken diğerleriyle bağlantısı dikkate alınmalıdır.

Ne yazık ki toplumumuzda siyaset devlet kaynaklarının nasıl paylaşılacağına indirgenmiştir. Bu nedenle de siyasal aktörler devletin karşısına daha fazla kaynak talebiyle çıkmaktadır. Ancak siyasal güç vasıtasıyla daha fazla devlet kaynağı edinmek toplumu oluşturan diğer unsurların aleyhine gerçekleştirilebilir. Toplumu oluşturan bütün sınıf ve gruplar daha fazla devlet kaynağı edinmek için siyasete katıldıklarında çatışmaların şiddetlenmesi kaçınılmazdır. Daha fazla devlet kaynağı edinmek için sürdürülen çatışmalar ise kazananı olmayan bir savaştır. Zira güç kullanarak edinilen menfaat adaletli bir idarenin sürdürülebilirliğini imkânsız hale getirir. Ayrıca diğerlerine rağmen kaynak edinenin meşruluğu her zaman sorgulanmaya açıktır.

Dolayısıyla siyasetin devlet kaynaklarının dağıtımı biçiminde algılanmasını ortadan kaldıracak bir yapılanma zaruridir. Aksi takdirde yaşamın sürdürülebilmesi siyasetle iştigal etmeye bağımlı hale gelir. Toplumu meydana getiren diğer aktörler siyaset vasıtasıyla daha fazla kaynak edindikçe devlet kaynaklarından mahrum kalanlar dezavantajlı duruma düşer. Elbette bu kaynaklar sadece nakdi değildir. Ayrıca bürokratik işleyişin belirli bir zümre için daha aktif kılınmasıyla da ilgilidir. Bu durumda devlet toplumu meydana getiren tüm aktörlerin refahlarını arttırmak için çatıştıkları bir arenaya dönüşür. Böylesi bir siyasal sistemde refahın ve huzurun sürdürülebilmesi mümkün değildir.

Halkın devleti kaynak sağlayıcı olarak telakki etmediği bir siyasal sistemin nasıl yapılandırılabileceği hayati bir sorudur. Devletin ideal bir çalışma, ticaret ve üretim ortamının garantisi olarak algıladığı bir siyasal kültür kurumsallaşmadıkça bu meselenin çözüme kavuşması mümkün görünmemektedir. Bunun için öncelikle devletin toplumsal yaşamın her alanında belirleyici bir aktör olmaktan vazgeçmesi gereklidir. Devletin merkezi uygulamalarının müdahalesi olmadan lokal meseleler daha etkin bir biçimde çözülebilir. Zira devletin bürokratik işleyişinin, meselelerin çözümünden ziyade daha büyüklerine yol açtığı görülmektedir.

Devlet ile halk arasındaki mesafenin ne olması gerektiği bütün siyasal sitemlerin başlıca meselesidir. Avrupa siyaset sisteminde devlet sözde politik özgürlükler vasıtasıyla bireyleri siyaset arenasına çeker. Hâlbuki siyasal katılım vasıtasıyla toplumu meydana getiren diğer bireylere rağmen daha fazla kaynak edinme peşinde koşan kişilerden meydana gelen bir toplumda düzenin nasıl sürdürülebileceği her zaman problemlidir. Devletin sadece koruyucu bir şemsiye işlevi gördüğü siyasal yapılanmalarda ise devletin etkinlik sahasının daralmasıyla yüksek vergilerden muaf kalan kişilerin hem geniş bir sahada faaliyet gösterebilmeleri hem de yaşamak için kendi yaratıcı ve üretici potansiyellerine güvenmeleri mümkün hale gelir. Devletin boşalttığı alanlar birey ve cemaatler tarafından doldurulur. Devletin üstlendiği çoğu işlevi toplum ‘aracı kurumlar’ vasıtasıyla yerine getirir. Lokal gereklilikler göz önüne alınarak gerçekleştirilecek uygulamalar farklı yöntem ve uygulamaların ortaya çıkmasına olanak sağlar. Böylece ortaya çıkan çeşitlilik refah ve huzuru besler.

Devlet ile halkın iç içe geçtiği bir siyasal sistem tüm bunların gerçekleştirilmesine engeldir. Birey ve cemaatlerin varlıkları devletin her türlü olumsuz etkisine karşı güvence altına alındığında siyaset güç ya da retorik vasıtasıyla daha fazla kaynağın temin edildiği bir saha olmaktan çıkar. Herkesin diğerlerini eleyerek daha fazla refah elde edebileceğini düşündüğü bir siyasal sistem sürdürülebilir değildir. Devletin kaynağı topladığı vergilerdir. Devlet vasıtasıyla yüksek vergiler toplayarak kimilerine zarar verecek bir biçimde kaynakların tasnif edilmesi adil ve meşru bir yönetimin gerçekleştirilmesine engeldir. Bundan dolayı devleti yurttaşlarına doğrudan doğruya refah sağlayan bir aygıt olarak görülmekten vazgeçmek zaruridir. Zira devletin toplumsal yaşamımızdaki etkinliği azaldıkça ve sadece kuruyucu bir şemsiye işlevi gördükçe refahın, huzurun ve mutluluğun adalet ve meşrulukla birlikte sürdürülebileceğini görme olanağına kavuşabiliriz.

İdari mekanizmaların nasıl daha etkin ve verimli hale getirilebileceği bir yandan adil ve meşru yönetimin varlığına diğer yandan halkın siyasal sistemdeki konumuna bağımlıdır. Devlet her türlü meselenin çözüleceği adres olarak görüldükçe adil ve meşru bir yönetim gerçekleştirilemez. Toplumu meydana getiren unsurlar çoğu zaman farklı ilgi ve çıkarlara sahiptir. Devletin ürettiği çözümler kimilerinin lehine olabilirken, başkalarının aleyhine sonuçlar verebilir. Bu durumda ortaya çıkan çatışmaların idari mekanizmanın etkinlik ve verimliliğini olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Halk tüm unsurlarıyla siyasal alanı meydana getirdiğinde, ya da başka bir deyişle devlet ile halk arasındaki mesafe tamamen kapandığında, farklı ilgi ve çıkarların savaş alanına dönüşecek olan devletin refah ve huzurun güvencesi olması imkânsızdır.

Tüm bu sebeplerden dolayı devlet birey, topluluk ve cemaatlerin etkinlik sahalarını genişletecek bir biçimde toplumsal hayatın kimi alanlarından çekilmelidir. Böylece devlet vasıtasıyla dolaylı bir biçimde kültürel, ekonomik ve sosyal etkileşimde bulunan tüm unsurlar birbirleriyle doğrudan temasa geçerek toplumun tüm dinamiklerinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu sayede siyasal başarı diğer unsurların refah ve huzurunun aleyhine kazanılan bir şey olmaktan çıkacaktır. Siyasal sistem ve devlet toplumu oluşturan tüm unsurlar için en mükemmel güvenceyi sağlayacak bir aygıta dönüştükçe hem adalet ve meşruluk hem de refah ve huzur teminat altına alınacaktır.

 

Egeli Haber, 25.04.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et