Modern ulus devletlerde “eğitim ve ideolojinin” birbirinden ayrılmaz iki kavram olduğu bilinen bir gerçektir. Çünkü ulus devletler, egemen resmi/milli ideolojilerini toplumun tüm kesimlerine yaymayı “okullar” aracılılığıyla gerçekleştirmeye çalışır. Diğer taraftan bu tür sistemlerde her şeyin okulla halledilebileceğine dair yaygın bir kanaat üretilir. Kısacası okula tuhaf bir kutsallık atfedilerek “eğitim şart” denilir. Örneğin tek parti döneminin ders kitaplarında okul anlayışı; “Herkes ne olduğunu, nasıl bir millet olduğunu, devlet için yapacağı işleri bilmelidir. Bu bilgi ancak mekteplerde öğretilir.” “Okul bireyleri toplu yaşama, faydalı birer yurttaş haline dönüştüren bir ana kucağıdır” şeklinde ifade ediliyordu. Benzer birçok ifadenin “Maarif Vekâleti” tarafından ders kitaplarına yerleştirildiği bu dönemde, okulun “ana kucağı” olarak tasvir edilmesi kuşkusuz bilinçli bir propagandaydı. Birey devlete karşı vazifelerini bildiği, resmi ideolojiyi sorgulamadığı, devletini kendinden daha çok sevdiği, dolayısıyla itaatkâr birer yurttaş olma yolunda ilerlediği oranda okul şefkatli bir ana kucağına dönüşüyordu.
Bu tür zihniyetlerde çocuk eğitimine de paternalist bir zihniyetle yaklaşılır. Çocuklar, üzerinde en çok yatırım yapılan kişilerdir. Çocuğa doğrudan çocuk olduğu için değil ileride resmi ideolojiyi özümseyen rejime sadık birer vatandaş olacakları için değer verilir. Eğitim kurumları sadece öğretim yapan bilim ve sanat üreten mekânlar olmak yerine kurumsallaşan milliyetçilik anlayışının içselleştirildiği ve resmi ideolojinin sorgulanmadan, eleştirilmeden aşılandığı birer ideolojik aygıtlara dönüştürülür. Devletlerin eğitimi kurumsallaştırmalarının ve zorunlu kılmalarının altında yatan en önemli neden budur. Bu bakımdan devletlerin tek elden yürüttüğü, çekip çevirdiği ve zorunlu kılmak istediği eğitim faaliyetlerine tam da bu nokta kuşkuyla yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Tek bir görüşün, değerin, inancın ve müfredatın dayatıldığı militarist bir eğitim sistemi insan tabiatına aykırıdır.
Demokratik dünyada bazı devletlerin kısmen de olsa eğitimle yollarını ayırdığını görüyoruz. Ancak Türkiye’de bunu söylemek henüz çok erken. Ancak bugünlerde sıklıkla tartışılan 4+4+4 modeli bu anlamda belki ileriye dönük bir umut ışığı olarak değerlendirilebilir. Bu yüzden yapılması gereken mevcut darbe ürünü olan 8 yıllık kesintisiz eğitimin kaldırılmasını savunmak ve devleti yeni uygulamayla alternatif eğitim modelleri noktasında zorlamak olmalıdır.
Kesintisiz zorunlu eğitim 3.Dünya ülkelerine özgü bir uygulamadır
Türkiye’de nedense eğitim hayatını düzenleyen kanunların ve uygulamaların olağanüstü dönemlerde özellikle darbeciler tarafından çıkartıldığını görüyoruz. Örneğin 1961 yılında çıkartılan 222 sayılı ilköğretim kanunu,12 Eylül’de yürürlüğe sokulan zorunlu din dersleri ve anadil yasağı, son günlerde sıkça tartışılan 28 Şubat darbe sürecinin ürünü 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim uygulamaları bunlardan sadece birkaçıdır. Bilindiği gibi 28 Şubat sürecinde Eski Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen bir ses kaydında, Karadayı; “Mesut Yılmaz’a altın tepside iktidar teslim ettiğini söyledikten sonra karşılığında bir takım talepleri olduğunu bunların arasında hükümetten 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimi mutlaka sağlamalarını istediğini” ifade etmişti. Neticede paşaların dediği oldu ve yapılan bir düzenlemeyle 8 yıllık kesintisiz eğitime geçildi. Ne var ki generaller kesintisiz zorunlu eğitim için kendilerine 3. Dünya ülkelerini örnek almışlardı. Çünkü 298 ülke içinde sadece 20 ülkede bu sistem uygulanıyor. UNESCO verilerine göre bu ülkeler; “El Salvador, Seysel Adaları, Ruanda, Bolize, Bolivya, Virjin Adaları, Dominik Cumhuriyeti, Solomon Adaları, Porto Riko, Afganistan, Şili, Kenya, Yemen” gibi az gelişmiş genelde baskıcı rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerdi bunlar. Bugünlerde yeni uygulamayı neredeyse cumhuriyet eğitiminin çöküşü olarak gösteren ve kesintisiz eğitimi savunan kesimler acaba 28 Şubat ürünü bu uygulamanın çocukları ne kadar mağdur ettiğini biliyorlar mı? Bilindiği gibi 8 yıllık eğitimle birlikte %100 okullaşma oranına ulaşılması, 3 yıl içinde öğrencilerin 30 ar kişilik sınıflarda okuyacağı, 4. ve 5.sınıftan itibaren öğrencilerin en az bir yabancı dil bileceği, her ilçede en 2 okula bilgisayar laboratuarı kurulacağı, taşımalı eğitimde öğrencilere öğle yemeği verileceği, öğretmensiz okul kalmayacağı hedeflenmişti. Bugün baktığımızda bu hedeflerin hiçbirine ulaşılmadığını görüyoruz. Aksine zarar vermiştir.
4+4+4 uygulamasıyla birlikte köklü reformlar devam etmeli
Bu bakımdan yeni uygulamanın başta bu talihsiz uygulamayı bitirecek olması olumlu görülmelidir. Diğer taraftan yeni uygulamanın ilk 4 yıldan sonra eğitimi okul dışına taşıyacak olması da bir diğer olumlu gelişmedir. Ancak bu yeni uygulamayla birlikte eğitimde yeni reformların yapılması da ayrıca önem arz etmektedir. Türkiye’de eğitimin hâlâ ideolojik bir endoktrinasyon kurumu olarak işlev görmesi ve militarist bir takım yönetmeliklerin uygulanıyor olması ayrıca 80 yıllık tektipçi bir eğitim politikasının(Tevhidi Tedrisat) devam ettirilmesi gibi ciddi sorunlar karşımızda durmaktadır. Devletin, çocuğu ebeveynin değer yargılarına, hayat anlayışına, dinî inancına, mezhebine dahası çocuğu için ne talep edip etmediğine, mevcut eğitim yöntem ve anlayışını takdir edip etmediğine bakmaksızın, çocuğu ailesinden alıp kendi bildiği yoldan terbiye etme çabalarına artık son verilmelidir.
Bugün bazı Avrupa ülkelerinde zorunlu kesintili eğitim süreleri fazladır. Ancak bu ülkelerde çocuklar -bizde olduğu gibi- ne her gün “rahat, hazır ol” komutlarıyla yemin etmektedir ne törenlerde asker yürüyüşü yapmaktadır ne de çocuklara ders kitapları aracılığıyla resmi ideoloji dayatması yapılmaktadır. Bizde durum farklı, dünyanın geldiği bu noktada hâlâ çocuklar tek tip kıyafet ve nöbetçi öğrencilik uygulamalarına tâbi tutuldukları gibi örneğin eğitimcilerin bıyıklarını nasıl ve ne şekilde keseceklerine varana kadar her şeyleri yönetmeliklerle belirlenmiş durumdadır. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu da hâlâ eğitimin zihniyetini tayin etme açısından karşımızda durmaktadır. Bu bakımdan yeni uygulamanın ve anlayışın 2023 Türkiye’sine katkı sağlaması için artık standart tek tip eğitim modelinden vazgeçilmesi gerekiyor.
Alternatif eğitim modellerine imkân tanınmalı
Türkiye’de ebeveynlerin çocuklarının geleceği için eğitimlerine verdikleri önemin artık farkına varılması gerekmektedir. Aynı şekilde çocukları, devletten başka kimsenin eğitemeyeceğine dair tabuların da yıkılması gerekiyor. Devletin eğitimde rolü olmalı ne var ki bunu eğitimi tekelleştirerek yapmamalıdır. Kendisi de okullar kurmak kaydıyla farklı/esnek eğitim modellerinin işletildiği okulların açılmasına imkân tanımalıdır. Bunu da eğitimi büyük ölçüde topluma bırakarak yapabilir. Sürekli gelişen ve bilinçlenen Türkiye’de toplumun eğitim faaliyetlerini de yürütebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Eğitim kalitesinin; farklı tercihlerin, esnek eğitim modellerinin, yol ve yöntemlerinin harmanlandığı, yarıştığı bir rekabet ortamında daha fazla artacağına inanıyorum.
Homeschooling bizde de uygulanabilir
Türkiye’de ne yazık ki alternatif eğitim modelleri üzerinde ciddi manada kafa yorulmadığı görülmektedir.1 Mart 1924 yılında çıkarılan 430 sayılı yasa ise hâlâ geçerliliğini muhafaza etmektedir. Çünkü bu yasa “evde eğitim” gibi alternatif eğitim modellerinin uygulanmasına fırsat tanımamaktadır. Oysa demokratik dünya 50 yıldır alternatif eğitim modellerini tartışıyor ve uygulamalarına müsaade ediyor. Örneğin ABD, Kanada ve İngiltere gibi ülkelerde uzun yıllardır alternatif eğitim tartışmaların yaşandığını ve uygulandığını görmekteyiz. Demokratik dünyada gerek veliler gerekse eğitim uzmanları artık okulun çocukların doğal gelişimini olumsuz yönde etkilediğini dolayısıyla çocukların naturasını bozduğunu dillendirmeye başladılar. Bu yüzden esnek eğitim modelleri üzerinde kafa yorarak farklı projeler üretiyorlar. “Homeschooling” (evde eğitim) bunlardan sadece biri.
Araştırmalara göre son yıllarda özellikle evde eğitim alan öğrencilerde bir artış görülüyor. Çünkü bu öğrencilerin gittikçe kamu öğrencilerine göre daha başarılı olmaya başladıkları gözlemlenmiş. Örneğin bu öğrenciler artık Amerika’nın en prestijli üniversitelerinden olan Harvard, Yale ve Stanford’dan burs kazanmaya başladılar. Yapılan araştırmalar Amerika’da halkın neredeyse yüzde 59’unun, evde eğitim alan öğrencilerin en az devlet okuluna devam edenler kadar iyi bir eğitim aldığını düşündüğü gösteriyor. “Evde Eğitim Gören Öğrencilerin akademik başarıları (Exploring Academic Outcomes of Homeschooled Students)” başlıklı çalışmada, evde eğitim gören öğrenciler kamu öğrencilere göre, AP testlerinde yüksek başarı elde ettikleri görülmüş. Akranları 3.1 GPA alırken evde eğitim alan öğrencilerde bu rakam 3.1 GPA. Üstelik kız ve erkekler başarıda paralel gidiyorlar. Eğitim araştırma enstitüsü NHERI’nin (National Home Education Research Institute) verilerine göre bugün ABD’de evde eğitim alan öğrenci sayısı 2.040 milyona ulaşmış.
Bu uygulama çok yönlü olarak tartışılarak Türkiye’de de işlerlik kazandırılabilir. Yeni yasa teklifi 4 yıldan sonra bunun önünü açabilecek durumda. Eğer bu halka imkân tanınırsa “kız çocuklarını bile okula göndermez” gibi hâlâ tepeden bakan, halkı cahil ve bilinçsiz bulan seçkinci zihniyeti bırakabilirsek neden olmasın.
Eğitim Politikaları Merkezi Koordinatörü