İslam dünyasında pek az ülkede iyi kötü bir demokratik rejimin mevcut olması ve (Türkiye dâhil) hiçbir ülkede istikrarlı ve köklü bir demokrasinin bulunmaması neye işaret ediyor?
Bu soruya farklı cevaplar verilebilir. Şüphe yok ki, gerek İslam gerekse Batı ülkelerinde çok sayıda kimse, bunun sebebinin İslam ile demokrasinin varoluşsal bağdaşmazlığı olduğunu söyleyecektir. Geniş anlamda İslam kültürü içinde demokrasiyle ve temel demokratik değerlerle uyuşmazlık içinde bulunduğu iddia edilebilecek kavrayış ve bakışlar olduğu iddia edilebilir. Ancak, buna dayanarak İslam ile demokrasi arasında bir kan uyuşmazlığı olduğu hükmüne varmak aceleci ve temelsiz bir bakıştır. Zira, geniş anlamda, yani kapsayıcı bir kültür olarak dinlerde, neredeyse her görüşü desteklemeye veya reddetmeye hizmet edecek unsurlar keşfedilebilir. Bu çerçevede, meselâ, Hıristiyanî veya Konfüçyist kültürün de anti-demokratik nüveler barındırdığı söylenebilir. Ancak, bunların hangilerinin ve ne ölçüde dinlerin zorunlu sonucu olduğu tartışmaya açıktır.
Hiçbir kültür, bir dinle isimlendirilse bile, sırf dinden doğmaz. Kültür, din dâhil, değişik unsurları içinde barındırır. Birçok durumda din, doğduğu ve yayıldığı yerde mevcut kültürle etkileşime girer. Önceleyen kültürü (kültürleri) parçalar hâlinde elimine eder, benimser, dönüştürür. Toplumsal hayatta iç içe geçen çok sayıda faktör, toplumun siyasî ve ekonomik sistemine yön verir. Neyin ortaya çıkıp nasıl şekillendiğinde hangi faktörlerin rol oynadığını tam olarak tespit etmek de bu yüzden çok zordur. Meselâ, İslam ülkeleri örneğinde baktığımızda, bir din anlayışı ve pratiği ile milliyetçiliğin, kabileciliğin, baskın ideolojik eğilimlerin, tarihî kalıntıların (kolonyalizme tepki gibi), aşağılık kompleksi veya üstünlük duygusunun ve benzeri şeylerin iç içe geçerek etkili olduğu görülür. Netice itibarıyla din olarak İslam’ın demokrasiyle varoluşsal bir çatışma içinde olması için bir sebep yoktur ve Müslüman dünyada demokrasi yokluğundan din olarak İslam sorumlu tutulamaz.
Arap Baharı’yla yükselen demokrasi arayışı
İslam ülkelerinde demokrasinin namevcudiyeti Müslüman bireylerin biyolojik genlerinden mi kaynaklanıyor? Bu elbette komik bir görüş. Demokrasinin insanlara sağladığı imkân ve araçlar yalnızca Batılı insanlar için gerekli ve geçerlidir, başka coğrafya, inanç ve kültürlerdeki insanları ilgilendirmez denemez. Bütün insanlar insan olmak sebebiyle aynı özelliklere ve ihtiyaçlara sahiptir. Müslüman da özgür olmayı, siyasî otoritenin belirlenmesi ve denetlenmesinde bir payının bulunmasını, kula kul olmamayı, hayatının sorumluluğunu bizzat üstlenmeyi, müreffeh ve istikrarlı bir hayat yaşamayı ister. Bunların hepsinin liberal demokrasiyle, bir şekilde –zorunlu, tek ve tüketici olmasa da- bir bağı vardır. Aslında, Müslümanların da bunları istediği, yakın zamanlarda, Arap Baharı’yla, iyice ortaya çıktı. Zalim diktatörlüklerin spesifik bir İslam yorumu ile sekülerizmi harmanlayan modellerle baskı altına aldığı halklar, “hürriyet” ve “demokrasi” nidalarıyla isyan etti. Tunus ve Mısır’da barışçı yollarla diktatörlükler alaşağı edildi. Libya’da çağdaşçı diktatör Kaddafi silahla indirildi. Suriye korkarım benzer bir yola girmek için hızla ilerliyor. Müslüman Arapların isyanları ve feryatları, özgürlük ve demokrasi taleplerinin Müslümanlardan da yükselebileceğini gösterdi.
Kuzey Afrika ülkeleri demokrasiye kavuşabilecek mi? Bunu bilmiyoruz, ama umutlu olmamız için sebepler var. Tunus’ta seçimler yapıldı. Mısır’da yakında yapılacak. Bu iki ülkede demokrasi talebinin içeriden, halktan ve barışçıl yollarla gelmesi bir avantaj. Bu sayede, bu ülkeler meselâ, ABD’nin demokrasiyi koruma gerekçesiyle işgal ettiği Irak’takine nispetle, birkaç ay içinde, çok daha fazla mesafe aldılar. Toplumun talepkâr olması ve barışçıl geçiş, birçok çevrenin korktuğu İslamcı akımların radikalizmini de törpüleyecektir. Nitekim, Tunus’ta seçimden galip çıkan Nahda lideri Raşid el Gannuşi’nin hem eskiden beri verdiği mesajlar hem de seçim sonrasındaki açıklamaları İslamcıların demokratik usullere uymaya hazır olduğunu gösteriyor. Muhtemeldir ki Mısır’daki seçimde de Müslüman Kardeşler büyük bir legal siyasî güç olarak doğacaktır. Ancak, MK’in de demokratik kurallara bağlılığını ilan etmesi sürpriz olmayacaktır.
Seçimlerle iktidarın el değiştirmesi, demokrasinin temel şartları arasında yer alır. Türkiye bunu 1950’de başardı. Araplar ne yazık ki gecikti. Cezayir’de İslami hareket FIS’e Batı’nın (bilhassa Fransa’nın) kışkırtmasıyla seçim zaferinin tattırılmaması yüksek maliyetli bir tarihî hata oldu. Arap Baharı’nda bu hata tekrarlanmayacağa benziyor. Biliyoruz ki, seçimle iktidara gelenlerin bir daha gitmemeye yanaşması ihtimali, sadece İslamcı partiler için değil başka ideolojik pozisyonlar için de mevcut. Ancak, bu risk alınmadan demokrasiye ulaşılamaz. Demokrasi aynı zamanda bir kamusal kendiliğinden eğitim sürecidir. Demokratik sistemde bireyler nasıl ki seçmen olarak gücünün farkına varırsa, iktidara ulaşanlar da, soyut ve ütopik düşüncelerden sıyrılıp günlük, sıradan, acil problemlerin sorumluluğunu üstlenmeyi öğrenir. Yani, “taç giyen baş akıllanır”. Bu yüzden, Arap ülkelerinin orduları veya Batılılar, daha önce olduğu gibi, demokratik seçimlerin önünü kesmemeli ve sonuçlarına razı olmalıdır. İslamcı partiler de seçimle gelmeyi kabul ettikleri gibi seçimle gitmeyi de kabul ettiklerini beyan ederek demokratik meşruiyetlerini güçlendirmeli ve endişeleri gidermelidir.
Özgürlük ve demokrasiye en fazla ihtiyacı olan coğrafya İslam dünyası. Müslüman siyasî önderler ve ekipler doğru yolda ilerlerse, bazı Katolik ülkelerde Katolikliğin yaptığı gibi, İslam, Arap ülkelerinde en büyük demokratikleştirici güç olabilir. Umarım önümüzdeki yıllarda buna şahitlik ederiz.
Zaman, 18.11.2011