İddia edildiği gibi “Ergenekonlaşma”, devletçi ve milliyetçi olma AK Parti gibi sivil bir siyasal yapının dokusuna uygun değildir. Buna rağmen, AK Parti hakkında “sivil dikta” ve “Ergenekonlaşma”, devletçi ve milliyetçi olma iddiasında bulunmak iyi niyetli değildir.
12 Haziran 2011 seçimleri yaklaştıkça, AK Parti’nin tekrar yüksek bir oy oranıyla seçilmesi durumunda Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “otoriterleşebileceği” yönünde yorum yapan yurtdışı ve yurtiçi medya kuruluşlarının sayısı bir anda artıverdi. Seçim öncesinde The Economist, seçim sonrasında ise Le Monde, Sayın Erdoğan’ın “otoriterleşme eğilimi”nden söz eden makaleler yayınladı. Muhalefet partileri, özellikle de CHP ve BDP, her fırsatta bu iddiaları gündeme getirmeye çabalıyor. Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliği arttıkça da her fırsatta Sayın Başbakan’ın “otoriterleşme” eğilimini ve “sivil dikta” rizikosunu gündeme getiren bazı yurtiçi odakların ve yurtdışındaki destekçilerinin yeniden harekete geçtiğini gözlemliyorum. Nitekim son olarak da bazı BDP milletvekilleri özellikle KCK operasyonları bağlamında Sayın Başbakan’ı “devletçi ve milliyetçi” olmakla itham edebildi-ler; hatta kantarın topuzunu kaçırarak AK Parti’yi Ergenekonlaşmakla suçlayabildiler.
Hayatın bütün alanlarında ve özellikle de “politik sektör”de kalitenin öncelikle “kavram”ların doğru ve yerinde kullanılmasıyla iyileşeceğine inanan bir politik ekonomi uzmanı olarak, bu kafa karıştırıcı ve tahrif edici “sivil dikta”ya gitme ve Ergenekonlaşma suçlamaları üzerine birkaç kelam etmeden geçemem. Bu vesile ile de, öncelikle AK Parti’nin politik platformu olduğuna inandığım “sivil” kavramının etimolojik ve tarihsel temellerini kısaca açıklamak isterim.
SİVİL DİKTA MÜMKÜN MÜ?
“Sivil” kavramının etimolojik kökenlerine inildiğinde “sivil” ile “dikta” arasında hiçbir “olumlu” felsefi, bilimsel, tarihsel, edebî ya da estetik ilinti olmadığı açıkça görülecektir. Şöyle ki; “sivil” ya da Latince kökeniyle, “civilis”, en basit anlamda medeni demektir. “Sivilleşme (civilization)” de medeniyet anlamına gelir. Öyleyse, sivilleşmeden medeni olunamaz. “Medeni” ile “medine” arasındaki etimolojik bağdan da anlaşılacağı gibi, “sivil” kente, “sivillik” de kentsoylulara ait bir olgudur. Sivil, “kimsenin askerî olmayan”dır. Karargâhların kozmik odalarında tasarlanmış yapay kalıplara sığmaz. Tektipliliği dayatan her tür üniformaya karşı olan, bir emir kumanda zincirinin nesnesi olamayacak türden kendi başına buyruk enformel kişidir. Onu medeni yapan özellik, “özgür iradesiyle seçim yapabilmesi, eyleminin öznesi olabilmesi”dir.
“Sivil Toplum”a gelince; tarihsel olarak ilk kez Batı’da ortaya çıkan modern bir olgudur. “Monarşilerin ve kilisenin” baskısına rağmen denetim dışına çıkmayı başaran burjuvazinin (kentsoyluların) inisiyatifiyle gelişmiş “özerk bir sürecin öngörülmemiş ürünü”dür. Temel işlevi, “otorite”nin sınırlandırılması olagelmiştir. Neymiş? Sivil Toplum’un işlevi, “otorite”yi sınırlamakmış! Otorite ile sivil arasındaki bu çatışma, Sivil Toplum’un oluşum ve gelişim sürecinin uzantısı olan ulus devletler bünyesinde Politik Toplum ile Sivil Toplum arasında sürmüştür: Burada, Politik Toplum, devlet tarafından düzenlenen “kamusal alan”ı, Sivil Toplum ise bireysel tercihleri ve çıkarları içeren “özerk alan”ı temsil etmektedir. Bu süreçte Sivil Toplumun özellikleri, “Politik Toplum’a karışmama, devletten her alanda kopma, kendi kendini üretme, şiddete karşı olma ve amaç açısından karmaşıklık içeren örgütlülük” şeklinde kristalleşmiştir.
Politik Toplum (kamusal alan) ile Sivil Toplum’un (özerk alan) nerede başlayıp bittiği Totalitarizm ve Liberalizm arasındaki ihtilafın da temelidir: Bu, siyasal iktidarın demokratik ya da otokratik olmasından çok, “sınırlandırılma imkânı”yla ilgili bir ihtilaftır: “Politik Toplum”u önceleyen Totalitarizm, “kamusal alan”ı hayatın bütün boyutlarını kuşatacak genişlikte tanımlamakta, politik iktidarın sınırlandırılmasına karşı çıkmakta, “özerk alan”ı olabildiğince daraltmaktadır. Bu anlayışta politik iktidar, kendi “ideolojisine”, “kutsalına” ya da “keyfine” göre “kamusal alan”ı istediği gibi genişleterek toplumu zorla tektipleştirme meşruiyetine sahiptir. Dolayısıyla, Totalitarizm, “şiddete”, “militer”e ve “otokrasi”ye ve otoriterliğe, “askeri vesayete ve dikta”ya yakındır. “Sivil Toplum”u önceleyen Liberalizm ise “kamusal alan”ı daraltırken “özerk alan”ı olabildiğince genişletmekte; amacı ne olursa olsun “şiddet”e karşı çıkmakta, politik iktidarın keyfi olarak ve zorla bireysel tercihlere, hayat tarzlarına ve kutsallara karışmasını reddetmekte, her tür iktidar formunu “hukukun üstünlüğü” ile sınırlandırmaktadır.
DAYANAKSIZ İDDİA
Bu çerçevede, tanımı gereği “kimsenin askerî olmayan” sivil, “otokrasinin, otoritenin, diktanın” kaynağı değil, bilakis sınırlandırıcısıdır. “Sivil”in varlığı “dikta”yı sınırladığına, hatta götürdüğüne göre, “sivil dikta” bir “contradicto in adjecto”dur. Yani, niteleyen sıfat (sivil) ile nitelenen isim (dikta) tenakuz halindedir. Muhtemelen bu nedenle siyaset bilimi ve hukuk literatüründe böyle bir ifadeye rastlanamamaktadır. Çin’den Libya’ya, Tunus’tan Mısır’a otokratik ve otoriter yönetimlerin “sivil” oluşumlar kanalıyla tedip ve terbiye edildiği bir dünyada hiç kimse “sivil dikta” gibi bir hurafeyi aklından geçirmemektedir.
Bu durumun testi için Google’da yapılan kısa bir aramada “military dictatorship” 1.530.000 kez, “civilian dictatorship” ise sadece 22.000 kez çıkmıştır. “Civilian dictatorship” Wikipedia gibi sözlüklerde başlık olarak dahi yokken, “military dictatorship”in yüzlerce sitede açıklandığı görülmektedir. “A theory of military dictatorships” başlığı girildiğinde “6730” adet, “A theory of civilian dictatorships” yazıldığında ise “sıfır” sonuç çıkması, “civilian dictatorship”in akademik literatürde yeri olmadığının açık delilidir. Buna karşılık, Türkçe aramalarda, tam tersi sözkonusudur: “Sivil dikta” ifadesi 61.900, “askeri dikta” kavramı 13.900 kez çıkmaktadır. Ekşisözlük, İtüsözlük, Uludağsözlük gibi sitelerde “sivil dikta” başlığı yer alırken, “askeri dikta” başlığı hiç yer almamaktadır. Keza, “civilian revolution” sadece 4270 kez, “civil revolution” 27.100 kez, “sivil darbe” ise 257.000 kez çıkmaktadır. İngilizce metinlerde “civil revolution” baskıcılığa karşı olma anlamında olumlu çağrışımlar içerirken, sadece Türkçe metinlerde “sivil darbe”ye baskıcı anlamlar yüklenmektedir. Bu durum, olsa olsa, 1940’lardan itibaren hayata, ekonomiye ve politikaya dair anlamlı bir bilgi ya da program üretme zahmetine katlanmadan “korku pompalayarak, dezenformasyon yayarak” politik rant kollayan kesimlerce çıkarılan “andıç”ların, sanal ortamı dezenforme etmesiyle açıklanabilecektir.
UYUMSUZ KAVRAMLAR
Özetle, baskıcılığa ve tektipleştirmeye vurgu yapan bir “sivil dikta” tamlaması, bir “contradicto in adjecto”dur; yani niteleyen sıfat (sivil) ile nitelenen isim (dikta) tenakuz halindedir. Aralarında hiçbir “olumlu” felsefi, bilimsel, etimolojik, tarihsel, edebî ya da estetik ilinti yoktur. Birinin varlığı diğerini götüren, hiçbir etimolojik, tarihsel ve bilimsel bir temeli olmayan bir “politik hurafe”den ibarettir. Bu çerçevede, Ergenekonlaşma, devletçi ve milliyetçi olma AK Parti gibi sivil bir siyasal yapının dokusuna uygun değildir. Buna rağmen, AK Parti hakkında “sivil dikta” ve “Ergenekonlaşma”, devletçi ve milliyetçi olma iddiasında bulunabilen askeri vesayet ve dikta taraftarları, eğreti sermayedarlar tabakası, muhalif politikacılar, yandaş medyatörler, yabancı medya ajanları, ne hikmetse sadece Türkiye’de bulunan “sivil dikta” teorisyenleri ve bugünlerde de BDP’liler, dünyada karşılığı olmayan ve akademik dünyada geçerliliği olmayan uyduruk bir dil kullanmaktadır. Bu uyduruk dil, kaygılarının anlaşılmasını imkânsızlaştırmanın ötesinde, hadi “iyiniyetlerinin” demeyelim ama, en azından Türkiye’de ve Dünya’da yaşanan süreci anlama kabiliyetlerinin olmadığını düşündürmektedir.
Yeni Şafak, 09.11.2011