Avrupa Birliği, 1957’de AET olarak kurulduğu yıldan bu yana sürekli kendisini geliştiren ve dünyanın en başarılı uluslar üstü birliği olarak, dünya ekonomisinin % 30’una hükmeden en önemli güçlerinden birisi hâline geldi.
1957’de 6 üye ülkeden 2007’de 500 milyon nüfusa sahip 27 üye ülkeye ulaşan ve yakın zamanda bu sayının 35’e kadar çıkması beklenen AB’nin, siyasi alanda, özellikle de ortak dış ve güvenlik politikaları üretmede yeterince gelişemediği genel kabul görmektedir. AB’nin Orta Asya ile olan ilişkilerinde de bu durum açık bir biçimde gözlenmektedir. Yani AB’nin Orta Asya’ya yönelik ilgisini gösterecek pek çok çalışma olmasına rağmen; ortak, kapsamlı, etkin bir dış politika geliştirdiği söylenemez.
Orta Asya ülkeleri ile bağımsızlıklarını ilan etmelerinden hemen sonra “Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları” yapan ve genel olarak ilişkileri bu anlaşmalar çerçevesinde ikili düzeyde gerçekleştiren AB, aralarında Orta Asya ülkelerinin de yer aldığı Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkelere yönelik olarak başlattığı TACIS (Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkelerine Teknik Yardım) programı ile bölgede etkin olmaya çalışmıştır. AB’nin çeşitli programlar dahilinde beş Orta Asya ülkesine aktardığı mali kaynakların toplamı yirmi yılda 1.5 milyar Avro civarında gerçekleşmiştir. AB’nin oldukça sınırlı bu bütçesi ve yöneldiği hedefler itibari ile Orta Asya’da mücadele içinde olan diğer küresel ve bölgesel güçlerle göre oldukça farklı bir yeri olduğu söylenebilir.
AB’nin yirmi yıllık süreçte Orta Asya konusunda en kapsamlı çalışması, 2007’de yapılan “AB ve Orta Asya: Yeni Ortaklık Stratejisi” (EU and Central Asia, Strategy for a new Partnership) belgesi olmuştur. AB’nin stratejik hedeflerinin “istikrar ve güvenlik” olduğu ifade edilen bu belgede üç işbirliği alanının ön plana çıktığı görülmektedir: 1- Orta Asya’nın istikrar, güvenlik, demokrasi ve refah alanına dönüştürülmesi; 2- Geliştirilmiş ekonomik ilişkilerin, bölgesel ve ikili düzeyde sürdürülmesi; 3- Enerji arzı güvenliğinin geliştirilmesi. Bu çerçevede Dışişleri Bakanları düzeyinde yıllık görüşmeler ile “düzenli bölgesel siyasi diyalog” sürecini başlatan AB, ayrıca “Avrupa Eğitim İnisiyatifi”, “AB hukuk düzeni inisiyatifi”, “insan hakları diyaloğu” ve enerji alanında düzenli işbirliğine stratejik belgesine yer vermiştir. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için eşit düzeyde diyalog, şeffaflık ve çözüm merkezliliği benimseyeceğini açıklamaktadır. Anılan hedefler çerçevesinde yapılacak projelere 2007-2013 yılları arasında AB 719 milyon Avro ayırmıştır. AB’nin bölge konusundaki çıkar tanımlaması, Orta Asya’ya yönelik yaygın jeostratejik-jeoekonomik yaklaşımdan farklılaşmakta hatta büyük ölçüde idealist bir içerik taşımaktadır. AB orta ve uzun vadede “çıkarını” bölgede demokratik değerler, hukuk devleti, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisinin yerleşmesi ile gerçekleşeceğini öngörmekte, yatırımlarını da bu yönde gerçekleştirmektedir.
AB’nin Orta Asya’da politika üretme ve uygulama konusundaki sorunu, sadece AB’nin siyasi kapasitesi ile ilgili değildir. Öncelikle bölgedeki problemlerin karmaşıklığı, Orta Asya’nın bölge içi ve dışı büyük güçlerin ilgi odağında olması, özellikle Rusya’nın hegomonyal gücü, bölge yönetimlerinin otoriter yapıları, bölgenin Avrupa’ya uzak ve kültür olarak oldukça yabancı olması, ABD’nin özellikle 11 Eylül sonrasındaki tavrı ve çok sayıdaki diğer riskler dolayısı ile de AB için Orta Asya’ya yönelik politika üretmenin de, uygulamanın da oldukça zor olduğu genel kabul görmektedir.
AB’nin Orta Asya politikasının bir başka öncelikli alanı ise 2006 yılında, Rusya ile Ukrayna ve Beyaz Rusya arasında yaşanan doğal gaz krizi ile ön plana çıkmıştır. Petrol ve doğalgaz ihtiyacının % 70’inden fazlasını dışarıdan karşılamak zorunda olan AB, kendisi dışında gelişebilecek çatışmalar nedeni ile ciddi sorunlar yaşayabileceğini görmek zorunda kalmıştır. Ukrayna tecrübesinden ve Rusya Federasyonu’nun tehditvar tutumundan son derece rahatsız olan, daha da önemlisi bu ülkeye yönelik güveni sarsılan AB için bugün en önde gelen hedef, Rusya Federasyonu’nun, Orta Asya ve Kafkaslarda diğer petrol ve doğal gaz sahibi ülkeler üzerindeki hegemonyasını azaltmaya çalışmak ve NABUCCO türü alternatif güzergahlar yaratmak olmuştur.
AB’nin Orta Asya politikaları, tipik bir “yumuşak güç” yaklaşımı üzerine bina edilmektedir. AB için Orta Asya’nın istikrarsızlaşmaması ve enerji arzı konusunda güvenliğin sağlanması, yani “istikrar ve güvenlik”, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, sivil toplum gibi değerlerin bölgede yer etmesi, temel ve hatta “yeterli” ilkelerdir. Bu anlamda AB bölgede yönetimler için rahatsız edici olsa da toplum için “sempatik” ancak “yeteneksiz” bir güç olarak algılanmaktadır. Ancak üye ülkelerin farklı politikaları olsa da AB’nin hem doğasından ve sorunlu yapısından kaynaklanan dış politika tavrı, Orta Asya için bir şans olarak da nitelenebilir. AB’nin ısrarla ön planda tuttuğu “ideal ve değerlere” sadık kalması da son derece değerli bir dış politika pratiğidir ve önemsenmelidir. AB’nin bölge yönetimlerini çoğunlukla rahatsız eden, içişlerine müdahale olarak nitelenen hatta bazen ilişkilerin kopmasına neden olan bu ilke-değer temelli politikasından kısa vadede sonuç alması beklenemez. Ancak bu tavrın korunmasının uzun vadede demokratik altyapının hazırlanmasında önemli katkı sağlayacağı bir gerçektir. AB dışındaki güçlerin değerlerden büyük ölçüde arınmış jeostratejik-jeoekonomik çıkarlar çerçevesinde yürüttükleri politikaların “başarısı”nın, orta ve uzun vadede bölge insanına nasıl bir bedele dönüşeceğinin de sorgulanması gerekir. Yani AB’nin bölgedeki politikalarda göreli “başarısızlığı” ve “pasifliği” her zaman bir zaafa işaret etmeyebilir.
AB’nin bazı istisnalar yaşansa da bu güne kadar ön planda tuttuğu ve genelde “etkin” olmayı “ilkeli” olmaya tercih ettiği Orta Asya politikasının dengeli ve özellikle de bölgenin içindeki farklılıkları da gözeterek yeniden yapılandırılması ve güçlü araçlarla donatılması gerekmektedir. Yani “yeteneksizlik” ya da “kapasitesizlikten” değil, “sadık kalınan değerler-idealler” üzerinde kararlı bir dış politik tercih, baskın realist uluslararası ilişkiler yaklaşımının aksine bölgeye ve bölge insanına son derece önemli katkı sağlayabilir. Bunun için AB’nin yapısal ve zihinsel bir değişimden geçmesi ve siyasi bir birliğe dönüşmesi gerekiyor. O zaman AB bölgede daha etkin olacaktır ancak AB’nin bugün bile Orta Asya’da idealler yönünde zihinsel değişime, özgür düşünceye, demokrasiye ve barışa katkısı da küçümsenemeyecek boyutlardadır.
Bütün büyük güçler gibi AB’nin politikalarını da tereddütsüz “iyi niyetli” ve çıkarlardan bağımsız görmemek gerekir. Ancak ilkelerini araçları ile donatarak ortak bir dış politika üreteme yeteneğini ve kapasitesini geliştirecek bir AB, bugün bölgede fantezi gibi görünen birey/toplum merkezli evrensel değerlerin yerleşmesine büyük katkıda bulunabilir. Bu hedefler konusunda ilerlemelerin kaydedilmesi, kuşku yok ki öncelikle Orta Asya toplumlarına katkı sağlayacaktır ki bu bölgenin yeraltı-yerüstü zenginliklerine sahip olmak için verilen mücadeleden daha değerli, hatta Orta Asya için bir şans olarak da değerlendirilebilir.
Zaman Gazetesi, 10.10.2011