2002-2003 yılı itibariyle ABD’de evde eğitim gören(Homeschooling) çocukların sayılarının yaklaşık 1.700.000 ile 2.100.000 arasında olduğunu ifade ediliyor
Yeni eğitim yılı önümüzdeki hafta başlıyor. Türkiye bu sene de yeni eğitim dönemine eskiden kalma yasalar, uygulamalar ve eğitim anlayışıyla girecek. Başlığı da sırf bu meseleye dikkatleri çekmek için bilerek attım. Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminin eğitim felsefesi büyük oranda Ziya Gökalp’in savunduğu sosyoloji olan “milli kültür/hars” etrafında şekillenmişti. Bu dönemde modern eğitim adına ortaya atılan düşünceler CHP’nin programında da günün şartlarına uygun bir biçimde yerleştirilmişti. Gökalp’ın eğitimöğretim adına ortaya koyduğu “birlik” düşüncesinin bir sonucu olarakta 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu( 430 sayılı kanun) çıkartılmıştır. “Türkiye dâhilinde bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur” denilerek 3 Mart 1924 tarihinde onaylanan ve anayasanın 174. maddesiyle de hâlâ koruma altında tutulan bu kanun dünyanın geldiği bu noktada başta eğitimde çeşitliliğinin önünde bir engel teşkil ettiği gibi hâlâ eğitim politikalarına da rengini vermektedir.
Dünya düne göre çok değişti
Merkeziyetçi gelenek içinde örgütlenmiş bir milli eğitim teşkilatının oluşmasında kuşkusuz o dönemin şartları ağır basmaktaydı. Bu bakımdan Cumhuriyet dönemi dikkate alındığında eğitimin, milli birliği güçlendirmede, kendi ulusal kültürünü sahiplenecek ve koruyacak, bağımsızlığına ve egemenliğine gölge düşürmeyecek, Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş, uygarlık seviyesine ulaştıracak tipte vatandaş yetiştirme işlevi gördüğü bir gerçektir. Diğer taraftan eğitim aynı zamanda ulus devlet inşasında aktif rol oynayan bir araç konumundaydı. Kısacası devlet ve millet için eğitim ilkesi esas alınmıştı. Ancak bugün dünya düne göre çok değişti ve hayat bugün gerçekten çok hızlı akmaktadır. Her gün yeni gelişmelere tanıklık etmekteyiz. Sosyal, siyasal, ekonomik ve teknoloji alanında çok ciddi değişiklikler yaşandı. Bugün dünyaya damgasını vuran görüş artık milliyetçilik ve sosyalizm gibi kolektivist akımlar değil özgürlükçü, insan haklarına dayalı, evrensel hukuk kaidelerine göre şekil bulan bir demokratik yönetim anlayışıdır. Dünyanın geldiği bu noktada totaliter ve otoriter yönetim anlayışlarına göre varlıklarını devam ettirmeye çalışan ülkelerdeki halklar bile artık bu eski anlayıştaki yönetim biçimlerine tahammül edemiyorlar.
Demokratik dünya gelişmelerden payına düşeni aldı ya biz!
Bütün bu yaşanan yeni gelişmelerden kuşkusuz ülkelerin eğitim sistemleri de paylarına düşeni almıştır. Demokratik dünya artık eskiden şekil bulan ve bir anlamı olan milliyetçi eğitim politikalarından büyük ölçüde vazgeçmiş durumdadır. Devletler gitgide artık eğitimden elini çekmeye başladılar. Müfredat tekeli birçok ülkede kalktı. Keza kılık kıyafet zorunluluğu da… Bugün ABD, Kanada, Britanya ve birçok Avrupa ülkesi daha da ileriye giderek artık okula alternatif esnek eğitim modelleri üzerine projeler üretmeye başladılar ve bunları uygulama sahasına soktular. Örneğin 2002-2003 yılı itibariyle ABD’de evde eğitim gören (Homeschooling) çocukların sayılarının yaklaşık 1.700.000 ile 2.100.000 arasında olduğu ifade ediliyor. Bu sayı Britanya’da 150.000 civarındadır. Hatta bu alanda farklı eğitim anlayışıyla işlev gören ABD’deki Sudbury Valley Okulu incelemeye değer bir okuldur.
Tam da bu noktada bizdeki vahim olan durum; bir dönemin milliyetçi, ulus devletçi ve Türk ırkının yüceltilmesini esas alan anlayışın hâlâ eğitim kurumları aracılığıyla verilmek istenmesidir. Türkiye’de eğitim bilindiği gibi standart müfredatı, yöntemi ve politikaları ile tek merkezden yürütülen bir faaliyet olarak varlığını devam ettirmektedir. Devletin eğitim ve eğitim kurumları üzerindeki kontrol mekanizmaları hâlâ faal durumdadır. Başka bir deyişle Türkiye’de eğitim sistemi anlayış olarak bundan en az elli yıl öncesinin yasa ve yönetmelikleriyle, zorunlu ve parasız olarak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu da ne yazık ki çağın ihtiyaçlarına cevap verememektedir.
Eğitim, bir ideolojik endoktrinasyon kurumu olarak sürdürülüyor
Eğitim anlayışı özü itibariyle hâlâ katı bir ideolojik formasyona sahip ve aynı zamanda gerek mevcut uygulamalarıyla gerekse ders kitapları aracılığıyla da tek tipleştirici bir niteliğe haizdir. Farklı kimliklerin, inançların, kültürlerin birarada barış ve huzur içinde yaşabilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olan bu anlayış neticesinde, eğitim sistemi katı bir emir-itaat kültürü üretmektedir. Farklılıkların yok sayıldığı, hak ve özgürlüklere dair taleplerin her defasında klasik totaliter devletçi yaklaşımla reddedildiği bir eğitim ortamı, sadece yeni nesli değil, bu ortam içinde çalışan öğretmen, bilim insanı, memur ve hizmetlileri de etkisi altına almaktadır. Bu anlamda farklı olana karşı oluşan nefretlerin, düşmanlıkların, yersiz kaygı ve endişelerin kökeninde biraz da eğitim sisteminin militarist bir yapıda işlev görmesi yatmıyor mu? Örneğin çocuklara hâlâ okullarda nöbet tutturulmaktadır. Her gün “rahat”, “hazır ol” komutlarıyla onlara “andımız” söylettirilmektedir. Birçok okulda anaokulu öğrencilerine bile vatan sevgisi adı altında silahlı müsamereler yaptırılmaktadır. Askerlerin girdiği Milli Güvenlik dersleriyle de askerlik kültürü yüceltilerek ve özendirilerek verilmekte hatta çocuklar kışlalara götürülerek silahlarla tanıştırılmaktadır. Ders kitaplarında ise anti-demokratik bilgilere rastlanılmakta ve bu bilgiler, azınlıklar dışlanarak çocuklara verilmektedir.
Diğer taraftan eğitim darbe süreçlerinde generallerin fazlasıyla ilgilendiği ve müdahale ettiği bir alandır. Örneğin 28 Şubat sürecinde Genelkurmay İkinci Başkanı olarak görev yapan Orgeneral Çevik Bir’in “İmam Hatip liselerinin şube açmasını” engellemek amacıyla Mesut Yılmaz başkanlığındaki 55. hükümete uyarı yazıları gönderdiğini basına yansıyan haberlerden de bilmekteyiz. Antidemokratik, anti-özgürlükçü, darbeci, bürokratik kesim,“okulu” kolay kolay bırakmak niyetinde değildir. Çünkü okulun katı yönetmeliklerle ve dar bir zihniyetle kuşatılması, yani bireyleri kalın duvarların arasına hapsetmesi onların her zaman hâkimiyet alanını genişletecektir. Aksi takdirde birey kendini keşfedecek, değerini ve kıymetini idrak ederek evrensel ahlak, hukuk, insan hakları ve özgürlük çerçevesinde bir yaşam anlayışı geliştirecektir ki bu da malûm kesim tarafından hiç de arzu edilen bir durum değildir.
Eğitim anlayışı değişmeli
Oysa bir ülkede yaşayan insanların değerlerine, giyimlerine, inançlarına, dillerine, mezheplerine, ırklarına ve düşüncelerine saygı duyulmadığı ve yasak getirildiği sürece o ülkede barış ve huzur ortamının asla sağlanamayacağı bilinmelidir. Bu bakımdan ciddi bir birlikte yaşama iradesi ortaya konmalıdır. Türk’ün, Kürt’ün, Alevi’nin, Ermeni’nin, Müslüman’ın birarada huzur ve barış içinde yaşabileceği, evrensel insan haklarının geçerli sayıldığı ciddi bir hukuk devleti inşa edilmelidir. İnsan haklarına dayalı, özgürlükçü, çokdilli, çokkültürlü, çoğulcu yeni bir eğitim felsefesine bu anlamda çok ihtiyaç vardır. Devlet vatandaşını kafasına göre biçimlendirebileceğine ve bunda da hakkı olduğuna inanıyor. Vatandaşına etnik kimlik, anadil, din, yaşam biçimi dayatmaya kalkıyor. Oysa insanlar devletin kendi tercihlerine saygılı olmasını istiyorlar. Etnik kimlik, dil, din gibi tercihlerindeki farklılığa saygı duyup bunlar arasında ayrım yapmadan, hakemlik yapmasını istiyorlar.
Yapılacak iş belli; bugün gerek ders kitaplarına gerekse eğitimöğretimin tüm unsurlarına sirayet etmiş olan militarist öğeler üzerinde ciddi manada durulmalıdır. Eğitim özgür pedagojik yönü, aklın ve iradenin özgürce kullanımına dönük bir anlayışla yeniden dizayn edilmelidir. Çocuklar ve gençler ülkelerini bilim, sanat ve teknoloji alanlarında kalkındırmalarının yollarını aramalıdırlar. Farklı kültürlerin, renklerin, ırkların ve inanç türlerinin var olduğu bir coğrafyada tek tip düşünce tarzını ve eğitim politikalarını alabildiğince tartışmak ve çözüm önerileri üretmek durumundayız. Öncelikle müfredat tekeli ortadan kalkmalı ve bizde de demokratik ülkelerde olduğu gibi ailelerin önüne tercihler konulmalıdır. İsteyen, çocuğunu uygun gördüğü okullara gönderebilmelidir. Bu bakımdan finansmanıyla, müfredatıyla, ders kitaplarıyla devletten bağımsız okulların önü açılmalıdır. Devlet okulları da olmalı ve eğitimde ciddi bir rekabet ortamı sağlanmalıdır. Bunun için bazı yasaları değiştirmek yeterlidir. Aksi takdirde böyle gidecek olursa eğitim yılının 2011 olması bir anlam ifade etmeyecektir. Umudumuz sadece son birkaç yıldır bu alanda bir kımıldamanın olmasıdır.
Taraf, 13.09.2011