Şükürler olsun ki artık rejimin üstüne çöken silah gölgesini kaldırma konusunda geniş bir konsensüs sağlamış bulunuyoruz.
Bu halk, kendisine karşı savaşmak için yeraltına silahlar depolayan, suikastlar, kıyımlar, provokasyonlar tezgâhlayan, Alevi’yi Sünni’ye Kürt’ü Türk’e kırdırmayı planlayan, düşmanı bir yana bırakıp elindeki silahın namlusunu halkına çevirmiş bir ordunun varlığını bile bile yatağında huzurlu uyuyamaz.
Özellikle Koşaner’in ses kayıtlarından sonra artık hemen herkesin fikir birliği halinde dile getirdiği gibi, orduda yeni bir zihniyet ve yeni bir yapılanma gerekiyor.
Aslında bu konuda epey bir yol katettik. Vesayetin temel direklerine yönelik birçok tedbir ya alındı ya da alınmak üzere… Mesela bu yılın 30 Ağustos’unda bir ilki daha gerçekleştirdik ve Cumhurbaşkanı başkomutan sıfatıyla tebrikleri kabul etti. Kırmızı kitap siviller tarafından yazıldı. YAŞ kararları yargıya açıldı. Askeri mahkemelerin yetki alanı daraltıldı. EMASYA Protokolü kaldırıldı. Askeri harcamalar Sayıştay denetimini açıldı. Ombudsmanlık tartışılıyor. MGK’nın yapısı ve hiyerarşisi değişti. AYİM’in suyu kaynıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının, 35. maddenin kaldırılmasının eli kulağında. En önemlisi de cuntacıları yargı önüne çıkarmayı başardık.
Ama vesayetçi sistem değdiğimiz şey o kadar köklü ve o kadar derinlere işlemiş bir yapı ki, birtakım hukuki değişikliklerle ya da bir düzine cuntacıyı kulaklarından tutup yargı karşısına getirdiğimizde meseleyi halletmiş olmuyoruz.
En önemli ve zor olan mesele, yeni cuntacıları üreten ortamın kaldırılması. Yani ordu içinde bir “kültür devrimi!”
Ordudan ayrılmış bir teğmen bir gün bana şöyle demişti:
“Bizlere, daha askeri liseye girdiğimiz ilk gün, söylenen ilk şey şuydu: ‘Sizler, her biriniz bir gün bu ülkenin cumhurbaşkanı olacak gibi yetişmelisiniz, kendinizi böyle bir göreve hazır ve layık hissetmelisiniz…’ Askeri lisede geçen ilk yılın sonunda tatile eve geldiğimde, kendimi çevremdeki bütün sivillerden üstün ve imtiyazlı hissetmeye başlamıştım. Ailemden bile… Bir onlar vardı, bir de biz. Biz seçilmiştik. Biz başka bir kumaştan dokunmuştuk; biz liderdik, onlar bizim nizama sokmamız gereken başıbozuklar…”
İşte “orduyu yeniden yaratmak” dediğimizde karşımıza dikilen en büyük iş budur; bu endoktrinasyona son vermek. İttihat Terakki’den beri süren bu zihniyetin değiştirilmesi, kuşaklara yayılacak sabırlı bir yeniden eğitim sürecini gerektiriyor.
İşe başlanacak nokta ise askeri lise ve harp okullarında eğitim ve öğretimin yeniden elden geçirilmesi ve sürekli denetlenmesi olmalı gibi geliyor bana. Subay adayları “kurtarıcı” misyonuyla değil, dış güvenlikten sorumlu devlet memurları olarak yetişmeli; Harp okullarına mutlaka demokrasi ve temel hukuk dersleri konmalı; bu dersler mutlaka sivil hocalar tarafından verilmeli; bu derslerde TSK’nın “darbeci geleneği” kötü bir “çocukluk hastalığı” olarak anlatılmalı, analiz edilmeli, hatta Ergenekon ve Balyoz dava dosyaları da derslerde doküman olarak kullanılmalıdır.
“Kültür Devrimi” askeri okullarla da sınırlı kalmamalı; günlük hayatta ordu mensuplarını halkın bütününden koparıp kastlaştıran her türlü uygulamaya son verilmelidir.
Kimse subayların kafalarına külah geçirilip kaz çobanı yapılmasından bahsetmiyor. (Çin’deki korkunç Kültür Devrimi’ni bilenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır.) Biz sadece ordu mensuplarının halka karışmasından söz ediyoruz.
Harp okulundan mezun oldukları andan itibaren, bütün hayatlarını kendi doğal çevrelerinden uzakta, lojmanlarda geçiren; tatillerini bir arada kendi tesislerinde yapan, düğünlerini derneklerini orduevlerinde yapan; her türlü sosyal ilişkisini subay çevresiyle sınırlı tutan bir topluluğun kendini farklı ve ayrıcalıklı görmesi, topluma tepeden bakması ve kendine bazı misyonlar atfetmesi yaşanan bu kopuk hayatın sonucu olarak son derece anlaşılabilir.
Öyleyse, askeri lojmanlar kaldırılmalıdır.
Askeri orduevleri, tatil kampları lağvedilmelidir.
Subay aileleri de tıpkı diğer memurlar gibi şehre, semtlere, mahallelere dağılmış bir halde yaşamalı, toplumla komşuluk ilişkileri kurmalı; yaz tatillerinde askeri kamplarda toplaşmak yerine herkes gibi değişik yerlerde ve halkın içinde tatil yapmaları sağlanmalıdır. Ordu mensupları halkın içine karışmalıdır ki, halk tarafından rehabilite edilebilsin.
Bütün bunlara “Olacak şey mi” diyenler, şöyle bir dönüp 5-6 yıl önceye baksınlar ve olması hayal bile edilemeyecek nelerin olduğunu hatırlasınlar.
Bugün, 31.08.2011