Sedat Ergin, Kara Havacılık Komutanlığı iddianamesini esas alan on yazı kaleme aldı. Titiz bir incelemeyle, darbe teşebbüsünün merkezi olan bu komutanlıkta 15 Temmuz gecesi yaşananları ve buradaki FETÖ’cü yapılanmanın ayrıntılarını ortaya koydu. Darbecilerin “vur” emirlerini vermelerindeki tüyler ürpertici soğukkanlılığın, insanı ne denli dehşete düşürdüğünü yazdı. “Verilen talimatları en ufak bir tereddüt göstermeden, sorgulamadan icra eden mekanik ölüm makineleri var karşınızda. Hedefleri bir bilgisayar oyunu oynar gibi vuruyorlar. İnsanları, kendi vatandaşlarını vuruyorlar.”
Ergin, iddianamenin tahlilinden iki netice çıkartıyor. Biri, “Gülen cemaatinin bu darbe faaliyetini çok önceden son derece detaylı bir şekilde hazırlayıp, mutlak gizlilik esası üzerinden kendi mensupları aracılığıyla 15 Temmuz’da icra etmeye girişmiş olmasıdır.” Darbe ince elenip sık dokunarak planlamış ve iç içe geçen “askerler” ile “abiler”in koordinasyonunda tatbik edilmiş.
İkincisi, böylesine detaylı bir darbe girişiminin gerçekliği su götürmez. Böylesine büyük bir organizasyonun detaylı planlamasının ürünü olan “bir darbenin sahiciliği karşısında kamuoyu ve bazı siyaset çevrelerinde yapılan — darbenin kurgu mu yoksa kontrollü mü olduğu yolundaki — tartışmalar boşlukta kalıyor.”
Kısacası darbe gerçek, atlattığımız tehlike çok büyük, “kontrolü darbe” ya da “tiyatro” tartışmaları abesle iştigal. Lâkin yine Ergin’in belirttiği gibi, darbenin kan donduran gerçekliği, o gece sorumluluk taşıyan komutanların ve istihbarat yetkililerinin kararları ve hareket tarzlarının sorgulanması mecburiyetine halel getirmiyor.
Siyasi tartışmadan uzak durmak?
Haliyle bu bağlamda ilk akla gelen iki isim var: Genelkurmay Başkanı Akar ve MİT Müsteşarı Fidan. Her iki isim de, 15 Temmuz’daki kalkışmayı araştırmak için Meclis bünyesinde oluşturulan komisyona yazılı olarak bilgi verdi. Burada iki mühim sorun var.
İlki, eğer milletin demokratik iradesi hâkim kılınacaksa, her bürokrat kendisini davet eden Meclise gitmeli, milletvekillerinin suallerine cevap vermelidir. Kişi ve kurumları daha şeffaf ve hesap verebilir hale getirmenin de, kamuoyunun daha sağlıklı bilgilerle donatmanın da yolu budur. “Siyasi tartışmalara dâhil olmamak” gibi bir gerekçenin arkasına saklanmak kabul edilemez. Meclis bir konuda bir bürokratın bilgisini talep ettiğinde, bürokrata düşen Meclisin yolunu tutmak olmalıdır. Hele bir de darbe gibi, ülkenin kaderini doğrudan tayin edecek cesamette bir mesele mevzubahis ise, bunun aksi düşünülmemelidir.
İkincisi, 15 Temmuz Türkiye’nin önüne geçebildiği ilk darbedir. Elden geldiğince bütün karanlık noktalarını aydınlatmak, dinamiklerini ve faillerini gün ışığına çıkarmak gerekir. Bunun için de ilk yapılması gereken, darbenin akamete uğratılmasında çok ciddi rol oynayan Akar’ın ve Fidan’ın tanıklığına başvurmaktı. Milletin vekilleri onlara milletin kafasına takılan her soruyu yöneltmeli, meşum hadisenin her boyutunu onlarla didik didik edebilmeliydi.
Kritik sorular
Ne yazık ki öyle olmadı; MİT’in raporu ve Akar’ın cevapları Meclise ulaştı ama ne milletvekillerinin ne de halkın merakı tam anlamıyla giderilebildi. Hattâ söz konusu beyanlar başka soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Misal: benim, Akar ve Fidan’ın sundukları bilgilerden sonra da kafamı kurcalayan birçok sual var. Hemen zihnime üşüşenleri sıralayayım:
* Binbaşı O.K. darbe ihbarında mı bulundu, yoksa sadece MİT Müsteşarı’na yönelik bir saldırı ihbarında mı?
* O.K.’nin ifadesi basına yansıdı. İfadesinde O.K. “darbe” kavramını telaffuz ettiğini söylüyor. Buna rağmen GKB ve MİT’in, ihbarın “darbe” değil “müsteşara saldırı” içerikli olduğu yönündeki ısrarının nedeni nedir?
* Eğer O. K. ifadesinde iddia ettiği gibi bir darbe ihbarında bulunmuş ise, MİT ve Genelkurmay Başkanlığı (GKB) ihbarın darbe ihtimalini de içerdiği bilgisini neden kamuoyundan gizledi?
* Farzı muhal, GKB ve MİT’in savunduğu üzere, O.K.’nin sadece “müsteşara saldırı” ihbarı yaptığını düşünelim. Peki, bu neyi değiştirir? Bazı askerlerin MİT Müsteşarlığı’na helikopterle saldırmayı planlıyor olmalarının, müsteşara suikaste veya onu “almaya” hazırlanmalarının, darbeden başka bir anlamı olabilir mi?
* Acaba (mealen) “darbe ihbarı yoktu” şeklindeki ısrarın altında, bir darbe ihbarı karşısında alınması gereken bütün tedbirlerin alınmamış olması mı yatmaktadır?
“Müsait olmama” keyfiyeti
* Gerek GKB ve gerekse MİT’in bilgilendirmesinden anlıyoruz ki, ihbar alındıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan aranmış, ancak “müsait olmadığı” için kendisiyle görüşülememiş ve sadece ulaşılmış bulunan koruma müdürüyle konuşmakla yetinilmiş. Normal bir işleyiş midir bu? Durumun vahameti göz önünde bulundurularak, cumhurbaşkanı ile konuşmanın bir zorunluluk olduğu belirtilip doğrudan cumhurbaşkanı haberdar edilemez miydi? Aciliyet kesbeden bir vaziyette cumhurbaşkanı ile direkt iletişime geçebilecek bir mekanizma yok mudur?
* Başbakan Yıldırım’a bilgi verilmemesinin sebebi nedir? Bir darbe, evvela cumhurbaşkanını ve başbakanı hedef alır. Cumhurbaşkanı ile birlikte darbecilerin namlusunun çevrildiği, darbeci jandarmaların arabasına ateş açtığı başbakanın böylesine hayati bir ihbardan haberdar edilmemesi nasıl izah edilebilir? Ya da izah edilebilir mi?
* Birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar ve Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı, darbenin bastırılmasından sonra yaptıkları açıklamalarda, bir darbe ihbarı ya da tehdidi karşısında ilk alınması gereken önlemin “kışlaları kapatmak, askerin kışla dışına çıkmasını yasaklamak, askeri kışlada tutmak” olduğunun altını çizmişlerdi. O.K.’nin ihbarı alındıktan sonra Akar, askeri uçuşların ve Ankara’daki askeri hareketliliğin durdurulması için emir verdi. Peki, Akar neden askerin kışlalarda tutulması emrini vermedi?
Soruları çoğaltmak mümkün.
Meclis Komisyonu’nun taslak raporu, MİT’in raporu ve Akar’ın cevapları bu sorulara cevap üretmekten uzak. Cevabı bulunmayan her soru şüphe bulutlarını artırır. Bulutları dağıtmak ve halkı mutmain kılmak ise siyasi iktidarın mesuliyetine girer.
6 Haziran 2017, Serbestiyet.com