“Türkiye’de liberal olmak çok zordur” demişti Prof. Dr. Hamza Al, Sakarya Üniversitesi’nin bahçesinde yürürken, “Çünkü Türkiye’de ne toplum bireycidir, ne de hükümetler devlettir. Türkiye’de liberal olabilmek için liberalizmi doğduğu toprakların sosyolojisine göre değil, ülkemizin sosyolojik yapısına göre göz önünde bulundurmak gerekir.”
Türkiye’nin yönetimi ile ilgili uzun yıllardır devam eden sistem tartışmalarının bir sonucu sayılabilecek olan anayasa değişiklik teklifi yarın referandumda halkoyuna sunulacak. “Türk tipi başkanlık” ya da “Partili, güçlü cumhurbaşkanlığı” olarak adlandırılan yeni sistemin de içinde bulunduğu toplamda 18 maddeden oluşan paketin içeriği 2 aydır yoğun bir şekilde tartışılıyor. Bu tartışmalara katkıda bulunmak adına, sıkça tartışılan ve benim önemli bulduğum maddelerden birkaçı hakkında kendi düşüncelerim, okumalarım ve araştırmalarımın bir sonucu olan yorumlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
- Yargının tarafsızlığı ilkesi
Değişiklik : Yargı bağımsızlığının tarafsızlığı da içerdiğini vurgulamak için Anayasa’nın 9. maddesine “tarafsızlık” ilkesi eklendi.
Yargının bağımsız olması gerektiği çokça dillendirilen, ortak kabul gören bir gerçeklik. Fakat Türkiye’de yargının bağımsızlığı kadar tarafsızlığı da temel sorunlardan biri. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı birbirinden ayrı kavramlar olmasına rağmen birbirini tamamlar nitelikte.
Yargının bağımsızlığı hukuk devletini oluşturan en önemli koşul elbette. Yargı bağımsızlığı ilkesi temel olarak yargıcın bağımsızlığı ve yargı erkinin bağımsızlığı olarak ikiye ayrılıyor. Yargıcın bağımsızlığı, karar verirken dış etkilere maruz kalmaması ya da dış etkilerden etkilenmemesi, kararını tamamen yasalara uygun şekilde vermesi anlamına geliyor. Yargı erkinin diğer iki erk olan yasama ve yürütmeden bağımsızlığı ise yargının dış baskılardan korunması amacını ve anlamını taşıyor.
Yargının tarafsızlığı ilkesi ise, yargıcın ön yargılı olmaması, taraflar arasında eşit mesafede bulunması anlamını taşıyor. Türkiye’de bunun ihlali olarak örnek gösterilebilecek bir çok hukuki karar vardır. Örneğin, AKİT TV’nin Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle açılan dava için mahkeme, duruşma saati olarak 09.05’i açıklamıştı. Bu durum yargının bağımsızlığı ile çelişmese de henüz yargılamalar başlamadan yargıçların tarafını belli ettiğinin bir göstergesiydi. Bu da mahkemenin tarafsızlığını yitirdiğini gösteriyordu.
Türkiye’de yaşayan vatandaşların çoğu, bireylerin devlet karşısında eşit şartlara sahip olmadığını düşünüyor. Bu, yeni bir düşünce veya olgu değil. Bu olguyu günümüze yıkmak da doğru ve adil değil. Bu, doksan yıllık rejimin; tek tipçi, tüm farklı kesimleri dışlayan, yok sayan, eşit vatandaşlık temelinde bir amacı olmayan, tamamen tek bir etnik ırkın üstünlüğünü ele alan bir anlayışa sahip olmasının kaçınılmaz bir sonucudur.
Devletle mahkemelik olan birisi, mahkemeye gittiğinde karşısında tarafsız olması gereken hakim devletin tarafında bulunmaktadır. Devletin hakkını savunan savcı yukarıda bulunurken, vatandaşın hakkını savunan avukat daha aşağıda bulunuyorsa, bu hukuk felsefesi açısından mahsurlu bir durumdur.
Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bir başlangıç değil bir sonuçtur. Mesele temelde bir siyasî felsefe meselesidir ve hukuk devleti belli bir felsefenin ürünüdür. O felsefeyi reddederseniz geriye hukukçular kalır ama hukuk devleti kalmaz. Hukuk devleti ile hukukçuların devleti aynı şey değildir. Hukukun hâkimiyeti hukukçunun hâkimiyeti değildir.
- Temsiliyet gücünün artması
Değişiklik : 550 olan mevcut milletvekili sayısı 600’e çıkartıldı. Milletvekili seçilme yaşı 25’ten 18’e düşürüldü.
Seçimlerin genellikle siyasi sürecin tam kalbinde olduğu görüşü yaygındır. Liberal demokrasilerde sandık ve onun temsil ettiği düzenli seçimler elbette ki hayati derecede önemlidir. Çünkü seçimler demokrasi teorisinin pratikte uygulanan hâlidir. Bu bağlamda seçimlerin şekli, sürekliliği ve temsiliyet gücü demokrasinin gelişmesi açısından tartışılması ve iyileştirilmesi gereken son derece mühim konulardır.
Siyasi bir ilke olarak temsil, bir bireyin ya da grubun daha geniş bir insan topluluğu adına hareket etmesini sağlayan bir ilişki biçimidir. (Heywood, 2015) Adil ve rekabete dayalı olduğu zaman seçimler, taleplerin halktan hükümete aktarılmasını sağlayan bir araç işlevi görür.
17.yüzyılda İngiliz iç savaşı ile başlayan daha sonrasında 20.yüzyılın ortalarına kadar devam eden global demokratikleşme hamlelerinin temelindeki sorun temsiliyet sorunuydu. Tarihimizdeki temsiliyet tartışmaları ise Tanzimat dönemine kadar uzanmaktadır. Tanzimat fermanının ilânı, 1. Meşrutiyet ve 2. Meşrutiyetin ilânı, Meclis-i Umumiye’nin açılışı, TBMM’nin açılışı ve Cumhuriyet rejimine geçiş bu tarihi sürecin içindeki önemli gelişmelerdir. Nihaî olarak Cumhuriyet’e geçilmesi ile birlikte temsiliyet tartışmaları zirveye ulaşmış, örneğin tanzimattan beri tartışılagelen kadınların seçme ve seçilme hakları verilmiştir. Daha sonrasında çok partili sisteme geçilmiş ve temsiliyet güçlenmiştir.
Toplumun ne kadar farklı kesimi ülkenin meclisinde temsil edilebiliyorsa ülkenin demokrasisi temsiliyet gücü bakımından o kadar gelişmiş demektir. Seçilme yaşının 18’e düşürülmesi ve milletvekili sayısının artan nüfus sebebiyle 550’den 600’e çıkarılması halkın temsiliyet gücünü artıracaktır.
Fakat, bu noktada Türkiye’deki seçim sisteminde bulunan, temsiliyetin önündeki en önemli engellerden biri karşımıza çıkmaktadır. Bu engel mevcut seçim sisteminin kendisidir. Türkiye’de insanlar adaylara değil partilere hatta sadece parti liderlerine oy veriyor. Vatandaşların çoğu, oy verdikleri partilerin aday listesinden bile bihaber olabiliyor. Ayrıca milletvekillerinin adaylık süreçlerinde dönen eş-dost ilişkileri temsiliyet açısından sistemin eksilerinden. Bunun önüne geçilmesi, millet iradesinin gerçek manada meclise yansıtılabilmesi için seçim sisteminin de değiştirilmesi, dar bölge ya da daraltışmış bölge seçim sistemlerinin tartışılması, uygulanması gerekmektedir.
- Seçimlerin tarihi aralıkları
Değişiklik : Yürütmenin başı olan başkan ve yasama kurumu TBMM üyelerinin seçimlerinin eş zamanlı olarak 5 yılda bir yapılması kararlaştırıldı.
Başkanlık sistemlerinde, başkanlık seçimleri ile yasama organının temsilcilerinin seçiminde 3 farklı yol vardır.
-Eş zamanlı
-Kısmen eş zamanlı
-Eş zamanlı olmayan
Eş zamanlı modellerde başkanlık seçimleri ve yasama erkinin seçimleri aynı anda yapılırken kısmen eş zamanlı modellerde başkanın görevi esnasında ara seçimler yapılmaktadır. Bu ara seçimler ile yasama organının bir kısmında yenilenme gerçekleşmektedir. Örneğin başkanın 4 yıl süreyle görev yaptığı Amerika Birleşik Devletleri’nde senatonun tamamı, temsilciler meclisinin ise üçte biri 2 yılda bir yapılan ara seçimlerle değişmektedir. Eş zamanlı olmayan modelde ise başkanlık seçimleri ile yasama erkinin seçimleri farklı tarihlerde gerçekleşmektedir.
Seçimlerin zamanlamasının başkanın yasama organındaki çoğunluk desteğine olan etkisini değerlendirirken farklı yaklaşımlarda bulunulabilir. Bunlardan biri, başkanlık ile meclis seçimlerinin aynı anda yapılmasının kuvvetler ayrılığı ilkesi için bir sorun teşkil edeceği görüşüdür. Zira başkanlık seçimleri ile meclis seçimlerinin aynı gün yapılması her seferinde başkanın mecliste çoğunluğu elinde bulundurmasına sebep olabilir. Bu duruma farklı bir açıdan bakmak gerekirse, mecliste başkanın partisinin çoğunlukta olması olası siyasi çatışma durumlarını ortadan kaldırabilir.
- Gensoru önergesinin ve sözlü sorunun kaldırılması
Değişiklik: Anayasanın 98. maddesinde yapılan değişiklikte TBMM’nin yürütmeyi denetleme yetkilerinden olan meclis araştırması, genel görüşme ve meclis soruşturması korunurken “Soru” ile denetleme mekanizması yazıya bağlandı ve gensoru önergesi kaldırıldı.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin temelinde, erklerin birbirini kontrol etmesi prensibi yatmaktadır. Parlamenter sistemde ve başkanlık sistemlerinde bu kontrol mekanizmaları çeşitli yöntemler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Örneğin gensoru önergesi ve güvenoyu, parlamenter sistemin ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanmış olan kontrol mekanizmalarıdır. Başkanlık sistemlerinde, başkan direkt olarak halk tarafından seçildiği için güvenoyu ve gensoru önergesi kaldırıldı.
Bu noktada, sözlü sorunun kaldırılma sebebi olarak ülkeyi yönetecek olan yürütme erkinin temsilcilerinin (başkan ve bakanlar) meclis dışından seçilecek olması gösteriliyor. Sözlü soru, yazıya bağlanıyor. Bu değişiklikle birlikte başkan yardımcılarına ve bakanlara yazılı soru önergesi verilebilirken başkana verilemiyor.
- Cumhurbaşkanı seçilebilme kriterleri
Anayasa değişiklik teklifinde, anayasanın 101. ve 102. cumhurbaşkanının adaylık kriterleri ve seçimi usulü düzenlendi.
Değişiklik : Cumhurbaşkanının parti başkanı olmasının önü açıldı.
Mevcut sistemde Cumhurbaşkanın “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir” maddesi vardı. Yeni düzenleme ile bu madde kaldırıldı ve cumhurbaşkanının partili olmasının önü açıldı. 2007 yılında yaşanan problemlerin ardından Cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verilmesi ile birlikte 2014 yılındaki ilk seçimden beri “Fiili başkanlık” olarak da adlandırılan süreçte Cumhurbaşkanının partisi ile ilişiğini kesmesinin neredeyse imkansızlaştığı görülmüş oldu. Fakat bu değişiklik, beraberinde bir takım tartışmaları da getirdi. Yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı, bir partinin de başkanı ya da üyesi olması durumunda yasama erkine de müdahil olmuş anlamına geliyor. Ayrıca, cumhurbaşkanının atayacağı partinin il başkanları ile ilin üst düzey yöneticileri arasında ikilik çıkma ihtimali de bu sistemde artıyor. Bunun önüne geçilmesi için yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması şart. Başkanlık sisteminin olduğu ülkelerin çoğunda halk, kendi valisini, kendi yöneticisini seçiyor. Bir şehirde bir vali, bir Cumhurbaşkanının partisinin il başkanı, bir de belediye başkanı olduğu zaman, bu durum çeşitli sorunlara gebe olabilir. Fakat tüm bu ihtimaller, anayasa değişikliğinin ardından yapılacak düzenlemeler ile çözülebilir.
Değişiklik : Cumhurbaşkanı seçilebilmek için geçerli olan kırk yaşını aşmış, yükseköğrenimini yapmış milletvekili yeterliliğine sahip Türk vatandaşı olma kriteri korundu.
Değişiklik : En son seçimde %5 ve üzerinde oy alan partilerin ve en az 100.000 vatandaşın imzası ile cumhurbaşkanı adayı gösterilebileceği kuralı getirildi.
Anayasada yapılması öngörülen değişiklikler içerisinde önemli olan fakat pek ön plana çıkmayan maddelerden biri, cumhurbaşkanı adayı gösterebilme şartları. Yeni sistemle birlikte küçük partiler ya da ön plana çıkan isimler cumhurbaşkanı adayı olabilir. Bu, sadece meclisteki vekillerin cumhurbaşkanı adayı gösterebildiği mevcut sistemle karşılaştırıldığı zaman demokratikleşme açısından büyük bir kazanım.
Sonuç : 16 Nisan’da hükümet sisteminin oylanacağı bir referandum gerçekleşecek. Anayasa değişiklikleri, demokrasinin tabii olaylarındandır. 2007 yılından başlayan süreci takriben ve özellikle 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkın oyları ile seçilmesinden beri Türkiye’nin mevcut bir hükümet sistemi olduğunu söylemek çok zor. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ve halkın seçtiği başbakan aynı yetkileri bölüşmek durumunda. Bu ise yürütme erkinde ikilik çıkartırken,yasama ve yürütme erklerinin kendi asli işlerini yapabilmesini de kısmi olarak engelliyor. (Bu potansiyeli taşıyor) Bu bakımdan sistem değişikliği, daha doğrusu olmayan sistemin yerine bir sistem getirmek şart. Bu 16 Nisan’daki oylama ile mi olur yoksa daha sonrasına mı kalır bilemem.
Ben kendi yaptığım okumalar, araştırmalar ve çalışmalar sonucunda Atilla Yayla hocanın dediği gibi “Yetmez ama evet” demenin ülkenin ve ülke demokrasisinin daha hayrına olacağı kanısındayım. Elbette önerilen sistemin eleştirilecek bir çok noktası var. Getirilen sistem mükemmel değil. Fakat yeniliğin başka yeniliklerin ve reformların önünü açacağına her zaman inanmış biri olarak, bu sistem değişikliği ile birlikte seçim sistemindeki problemlerden yerel yönetimlerin ademi merkeziyetçileştirilmesine kadar bir çok yeniliğin tartışılmaya başlayacağını düşünüyorum.
Unutulmamalıdır ki liberaller siyasi ve sosyal olarak devrimci değil, evrimcidir. Toplumların bir gecede, tepeden inme bir şekilde muhteşem bir demokrasiye ya da özgürlükler ortamına kavuşabileceğine ihtimal vermez. Bu ihtimal dahilinde olsa bile bunun insanlar için yararlı olmayacağını söyler. Her toplum, kendi sosyolojik gerçekliği doğrultusunda bir sosyo-siyasal evrim süreci yaşar. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu da ben böyle görmekle birlikte, bu değişimin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Ve yine unutulmamalıdır ki, liberalizm diğer ideolojiler gibi katı/kapalı bir ideoloji değildir. Farklı görüş ve yorumlara açıktır. Referandumda bütün liberallerden ortak ve tek bir tutum beklenemez. Kendisini liberal olarak gören her birey, değişiklik maddelerini farklı açılardan ele alarak farklı kararlar verebilir.
16 Nisan’da evet çıkması halinde yerel yönetimler, seçim sistemi, siyasi partiler kanunu, seçim barajı gibi yeni sistemin temel direklerini oluşturacak konuları tartışmaya başlayacağız. Hayır çıkması durumunda ise önümüzde bir alternatif olmadığı için, yeniden mevcut sistemsizlik sorununun nasıl çözülebileceği üzerine kafa yoracağız.