PİSA Sonuçları ve bir Türk Eğitim Sistemi Eleştirisi

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) üç yılda bir gerçekleştirdiği Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nın (PİSA) 2015 raporu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Araştırma 72 ülkeden 29 milyon öğrenciyi temsilen 540 bine yakın öğrencinin katılımı ile gerçekleşti.  Rapora göre Türkiye, OECD üyesi 72 ülke arasında fen bilimlerinde 52., okuduğunu anlama ve matematikte 50. sırada kendine yer buldu.

Bu raporla birlikte ülkemizdeki eğitim sistemi ile ilgili tartışmalar tekrardan gündeme geldi. Ortaya çıkan sonuçlar, eğitimin S.O.S. verdiğini bir kez daha göstermiş oldu. Türkiye’de son 15 yıldır eğitime ayrılan bütçe artarken, pastanın aslan payı eğitime verilirken başarı verilerinde neden artış görülemedi? Bu sorunun cevabı bizzat eğitim sisteminin içinde saklı.

Tek tip müfredatla nereye kadar?

Türk eğitim sistemindeki sorunlar ve aksaklıklar saymakla bitmeyecek kadar fazla. Akla ilk olarak beceri odaklı eğitim konusunda aşama kaydedilememesi geliyor. Bunun da temel sebebi tek bir müfredatın bütün ülke çapında bütün öğrencilere uygulanmaya çalışılması. TEOG’da, üniversite sınavlarında binlerce kişi tam puan alıyorken PİSA’da üst düzey öğrenci grubuna giren öğrenci yok.

Türkiye’de tüm okullarda tek tip bir müfredat uygulanmakta ve öğretmenler bu müfredatı belirli zaman dilimleri içinde yetiştirmek zorunda. Öğrencinin bir şey anlayıp anlamadığı, derse aktif katılıp katılmadığı, yetenekleri ve ilgileri ise bu sebepten dolayı ikinci planda kalıyor. Öğrencilerin bölgesel, zihinsel ve fiziksel uygunluklarına dikkat edilmeden, ilgi ve alâkaları göz önünde bulundurulmadan herkese uygulanan bu tek müfredat birçok yetenekli çocuğun yeteneklerini fark edememesine  ve yeteneklerinin körelmesine sebep oluyor.

Tek tip müfredat dayatmasının başka tehlikeleri de vardır. Ünlü özgürlükçü filozof John Stuart Mill, devletlerin müfredat belirlemesi ve eğitimin içeriğine karışmasını çok tehlikeli bulduğunu söyler ve şöyle ekler:

“Halkın eğitiminin tamamen veya büyük ölçüde devlet elinde olmasına şiddetle itiraz edenlerle ben de aynı görüşteyim. Karakterin ferdîliği ile fikirlerdeki ve davranış biçimlerindeki çeşitliliğinin (diversity) önemi hakkında söylenen her ne var ise, tarifi aynı derecede imkânsız bir ehemmiyeti hâiz olmak üzere [aynısı] eğitimin çeşitliliği için de geçerlidir. Mecburî (general) bir devlet eğitimi, tıpatıp bir diğerine benzetmek amacıyla insanları bir kalıba sokmak için tasarlanmış bir araçtan başka bir şey değildir. İçine konuldukları kalıbın, iktidar mevkiinde bulunanları (ki bir monarş, ruhban sınıfı, aristokrasi yahut yaşayan  neslin  ekseriyeti  olabilir)  hoşnut  ettiği  ölçüde  ve  [bu  kalıbın]  tesir  ve başarısı nispetinde dimağ (mind) üzerinde kurulacak istibdat, kendi haline bırakılırsa vücut (body) üzerinde kurulacak bir istibdada doğru meyleder.”[1]

Mill’in endişeleri, devletlerin eğitime müdahale edip kendi istedikleri şekilde çocukları şekillendirme arzusuna kapılabilme potansiyeli oluşundandır. Tek bir müfredatın varlığı yerine, okulların kendilerinin belirleyebileceği bir müfredat serbestiyeti veya içinden seçme fırsatı olabilecek bir müfredat havuzu çağımızın en önemli ihtiyaçlarından biri haline gelmiştir.

Değişim öğretmenlerden başlamalı

Modern dünyada eğitimin en önemli aktörü öğretmenlerdir. Türkiye’nin Dünya’yı bilimde, sanatta, felsefede vs. yakalayabilmesi için öğretmenlere çok görev düşüyor.  Her şeyden önce öğretmenlerin geçirmesi gereken bir değişim süreci var. Değişim öğretmenlerden başlamalı ki, zamanla müfredatlara ve öğrencilere de yansıyabilsin. Tek tip eğitimin bir amacı ve sonucu olarak ortaya çıkan tek tip öğretmen gerçeği değişmeli ve öğretmenler hiçbir sınır tanımadan kendilerini geliştirebilmeli.

Bugün karşımızda sayıları bir milyona yaklaşan bir öğretmen topluluğu var. Eğitime ayrılan bütçenin neredeyse yarısından fazlası onlara ayrılıyor. Büyük bir sektörden bahsediyoruz.  Evet büyük bir eğitim sorunumuz var fakat ondan önce bir avuç öğretmeni dışarıda tutarsak Türkiye’nin büyük bir “öğretmen sorunu” olduğunu göreceğiz.

Öğretmenlik yapmak, dar bir pencereden bakarak öğrencilere de o dar pencereden bakmaya zorlamak değildir. Öğrencilerin gökyüzünü genişletmektir. Bu bağlamda Türkiye’de resmi ideolojinin bekçiliğini üstlenen öğretmen kimliğinin artık sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmenler özgürlükçü olmalı ve eğitimin ne olmadığını da bilmelidir.

Ezberci eğitim ya da sorgulamanın terki

Türk eğitim sisteminin en önemli eksiklerinden biri de öğrencilere bilgiyi ezberlemede iyi çıktılar sağlarken o bilgiyi kullanma konusunda başarısızlığa uğratmasıdır. Hayatı 4-5 şıktan ibaret sanıp yeri geldiğinde 6. şıkkı kendimizin yazması gerektiğini bize öğretmemesidir.  21. yüzyılda eğitimin amacı budur: Sorunlara çözüm önerileri geliştirebilmek. Oysa Türkiye, bu konuda çağın gerisinde kalmakta ısrar ediyor.

Öğrenciler edebiyat derslerinde yazar, şair ve kitaplarının isimlerini, matematik dersinde onlarca formülü, coğrafya dersinde dağların ovaların isimlerini ezberlemek zorunda bırakılıyor. Daha da vahim olanı, dağların isimlerini ezberletmekle, formülleri ezberletmekle eğitimin tamamlandığı zannediliyor.

Ezberci eğitim beraberinde eğitimin olmazsa olmazı sorgulama yetisine de zarar veriyor. Bir şeyi olduğu gibi kabullenip ezberlemek, üzerine çok da fazla düşünmemek okullarda öğretiliyor. Sorgulamanın terki ise aslında eğitimin tahribatına yol açıyor.

Eğitim seferberliği ve tartışmalar

Türkiye’de eğitim sistemi her dönemde bakanların oyuncağı haline geldi. Gelen bakan, eğitim sistemini değiştirmeye çalışarak gitti. Sonuç olarak ortada planlı ve programlı uygulanmayan bir eğitim politikasının artıkları kaldı. Eğitim sisteminin bir türlü raya sokulamaması öğrencileri de öğretmenleri de olumsuz yönde etkiledi. Eğitimde başarıyı düşürdü.

Türkiye’nin bir eğitim seferberliğine ihtiyacı var. Bu her ne kadar hayati öneme sahip olsa da, acele ederek yine yanlış yollar denenmesi yerine soğukkanlı şekilde tartışılmalı ve sağlam çözüm yolları ile doğru eğitim politikaları uygulanmalıdır.

Eğitim seferberliğinin ideolojilerden bağımsız olması gerekiyor. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana bütün iktidarlar kendi ideolojileri doğrultusunda kullandılar eğitimi. Sonuç ortada. Netice sıfır.  Eğitimde devletin tek söz sahibi olduğu ülkelerde bu durumun farklı olmaması normaldir.

Bir çözüm önerisi olarak eğitimde özelleştirme

Eğitim konusunda sosyal yapıyı oluşturan bireyler ve ailelerle devletin ilişkisi, ortaya temel bir soruyu çıkartmaktadır; çocuk devletin midir yoksa ailenin mi? Zorunlu eğitimin temel ortaya çıkış sebebi, devletin çocukları kendi ulusal çıkarları doğrultusunda ve kendi ideolojisi ile yetiştirmek olduğuna göre, zorunlu kamu eğitiminin varlığı aslında çocuğun aileden çok devletin olduğu sonucunu çıkartır.

Zorunlu kamu eğitiminde ailenin tercih yapabilme imkânları oldukça kısıtlıdır. Ailelerin yapabilecekleri tercih en fazla, devlet tarafından belirlenen okulda çocuğunun hangi öğretmen tarafından öğretim göreceğini seçmektir. Türkiye’de bu tercihi yapmak bile çok zordur.

Eğitimin özelleştirilmesi denilince, kamuya ait eğitim kurumlarında ücret alınması, özel öğretim kurumlarının kurulması, eğitim hizmetleri veren kamusal olmayan şirketlerle yönetim anlaşmaları yapılması ve toplumun, eğitimi parasal olarak desteklemesini teşvik edici önlemler alınması gibi farklı uygulamalar akla gelmektedir.

Özel okullar, şaşırtıcı şekilde kamu okullarından daha çok fırsat ve imkân eşitliğine hizmet edebilmektedir. Bunun temel iki sebebi vardır; birincisi gelir durumu iyi olan ailelerin çocuklarının iyi devlet okullarında okuması ve ikincisi gelir durumu düşük olan ailelerin çocuklarına özel okullar tarafından burs imkânı sağlanması. Özel okullar, şaşırtıcı şekilde kamu okullarından daha çok fırsat ve imkân eşitliğine hizmet edebilmektedir.

Binlerce yıllık insanlık tarihi bize eğitimin devlet tarafından belirli saatlerde, belirli mekânlarda, dört duvar arasında verilebilecek bir şey olmadığını söylemektedir. Eğitimi bu kadar dar bir kalıba sokmaya çalışmak aslı itibari ile eğitim kavramına bizzat zarar vermektedir. 5-10-15-20 yıllık eğitim politikaları belirleyerek aşamalı olarak müfredatların çoğullaşmasının önünün açılması, devletin eğitim konusunda tek yetkili olmasının değiştirilmesi ve beceri odaklı eğitimin ön plana çıkması eğitim sistemimiz için olumlu sonuçlar doğuracaktır.

[1] J.S. Mill, Hürriyet Üstüne, Liberte Yayınları.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et