Geçen haftasonu Medipol Üniversitesi ile ÖNDER’in düzenlediği eğitim temalı bir sempozyuma katıldım. Dinleyicilerin eğitim konusunda çok ilgili, bilgili ve kaygılı oldukları toplantı benim açımdan gayet faydalı ve verimli geçti.
Eğitim sisteminde işlerin kötü gittiği herkesin kabulü, ama yıllardır yapılan onca revizyon ve yenilik derde deva olamıyor. Son tahlilde elde kalan yap-boz tahtasına dönmüş, sorunları derinleşen ve keşmekeşin hüküm sürdüğü bir eğitim sistemi. Eğitimdeki sorunlar, sistemi aynen koruyup kısmi, tali rötuşlarla yetinmek suretiyle çözülebilecek gibi değil. Söz konusu toplantıda, ulus-devlet tipi eğitim sisteminin ömrünü çoktan tamamladığını, sorunları çözebilmek için yeni bir eğitim perspektifine ihtiyaç duyduğumuzu ifade ettim.
Ulus-devlet, bir ayağı ekonomi diğer ayağı siyasi kimlik üzerine oturan belli bir eğitim modeli ortaya çıkardı. Modern devletin fabrikalarda seri üretim yapmaya uygun, bu açıdan birbirine benzer insanlara ve keza, tek bir siyasi aidiyeti sağlayacak ortak bir milli kimliğe sahip, bu açıdan da birbirine benzer insanlara ihtiyacı vardı.
Fabrikalarda ürün tezgâhlarının başında çalışanların benzer davranış kodları, benzer alışkanlık ve pratikleri olan; aynı dil ve sembolleri bilen; aynı kavrayış ve akıl yürütme tarzına sahip kişiler olması, standart ve seri bir üretimin kotarılabilmesi için gerekli koordinasyonu mümkün kılacak büyük bir kolaylıktı. Aynı şekilde, siyaseten de tek ve homojen bir ulus aidiyeti sağlayabilmek için benzer bir tarih okumasından geçirilmiş, ortak dost ve düşmanlar edinmiş, aynı ulusal mitolojiler ve efsanelere inandırılmış, aynı sembol, marş ve bayraklara ortak duygularla bağlı, bu anlamda benzer insanların bulunması gerekli görüldü.
Bu yüzden, hem ekonomik hem siyasi bir gereklilik olarak kitlelerin standardize edilmesinde eğitimin birincil enstrüman olması çok önemliydi. Nitekim eğitim sistemi, tıpkı bir seri üretim tezgâhı gibi, insanları standardize etmeyi sağlayacak şekilde yapılandırıldı. Seri üretim yapan fabrikalar gibi işleyen okullar, yönetici elitlerin kitleleri kontrol altında tutabilmesi, onları manipüle edebilmesi ve daha kolay yönetebilmesi için vazgeçilmez mekânlar oldu.
Sonuçta modern eğitim sistemi, her bir yurttaşı aynı tezgâhtan geçirebilmek için yaygınbir eğitim; inançları, değerleri, becerileri, yetenekleri, hayalleri ne olursa olsun herkese aynı müfredatı aynı metodla, aynı fiziki ve idari yapıyla veren tek-tipçi bir eğitim; bilimciliğin ve ulusçuluğun dogmaları ile yüklü ideolojik bir eğitim; akıl yürütme yerine bilgi aktarımına odaklanmış ezberci bir eğitim; bütün sistemin tek bir yere bağlandığı, kararların bir merkezden alındığı merkeziyetçi bir eğitim; her şeyin başına da devletin oturtulduğu devletçi bir eğitim özelliklerini taşır.
Ancak epey bir süredir bu eğitim sistemi iflâs etmiş durumda. Dünyanın neredeyse her yerinde, eğitim sisteminden kaynaklanan sorunları çözme konusunda bir arayış var. Örneğin devletçiliğin yarattığı tıkanmışlık bazı ülkelerde özel okullara kaymak suretiyle kısmen törpülenmeye çalışılıyor. Veya aynı müfredatı aynı teknikle öğretmeye çalışan tek-tipçi eğitim yerine çocukların özelliklerine uyum sağlayabilen, çocuğu merkeze alan, bilgi yüklemesi yapmak yerine akıl yürütmeyi öğreten eğitim teknikleri trend haline geliyor. Ancak çoğu girişim, yapısal ve sistemsel değişiklikler yerine mevcut yapıyı esas itibariyle koruyan kısmi ve tali düzenlemeler olduğundan, pek işe yaramıyor. Sonra sistem bizde olduğu gibi yap-boz tahtasına dönüyor.
Değişiklikler işe yaramıyor, çünkü modern eğitim sistemini üreten ve/ya gerekli kılan koşullar önemli ölçüde değişti; modern eğitim sistemi miadını çoktan doldurdu. Ulus-devletin temel ideolojik aygıtında köklü değişiklikler yapmak pek öyle kolay bir şey değil. Ne ki işimizi kolaylaştıran husus, değişen ekonomik koşul ve paradigmaların mevcut sistemi aşağıdan yukarı değişmeye zorluyor olması.
Modern eğitim sistemi ekonomi ve ulusal kimlik olmak üzere iki ana sütun üzerine yükseldiği için, yine bu sütunlardaki değişimler mevcut eğitim sisteminin sorunlarını sürekli önümüze getiriyor. Elbette modern eğitim sistemi bu değişimler olduğu için sorun üretmeye başlamadı; ancak bu değişim sayesinde zaten var olan sorunlar artık üstü örtülemez hale geldi.
İlk olarak son yirmi otuz yıldır üretim biçimi hızlı bir değişim geçiriyor. Artık fabrikalardaki seri üretim için otomasyon sistemleri ve robotlar kullanılıyor. Buralarda ve bu tip işler için insanlara ihtiyaç her geçen gün azalıyor. Yeni ekonomik tarz, insanları seri üretim tezgahlarının başında seri işlerde kullanmak yerine, daha butik tarzda üretimlerde, kişilere ve özel gruplara göre düzenlenmiş mal ve hizmet üretiminde, daha yaratıcılık gerektiren alanlarda, sıradışı düşünmenin avantaja dönüştüğü işlerde çalışmaya yönlendiriyor. Bu değişim sebebiyle, kişilerin bireysel özelliklerini hiçe sayarak onlara standardize etmeye çalışan mevcut eğitim sistemi gittikçe daha dikkat çeker şekilde ihtiyaçlara cevap veremez, işlevini yerine getiremez duruma düşüyor.
İkinci olarak, ulus-devlet gücü ve etkinliğini hâlâ korumakla beraber, yekpare, homojen ve kapsamlı bir ulusal kimlik fikri epey tahribata uğradı. Anayasal vatandaşlık, çok-kültürlülük ve mikro milliyetçilikler ile mikro kültürcülükler, dünyanın pek çok yerinde siyasi, fikri ve sosyolojik alanlara yerleşmeye başladı. Eğitim söz konusu olduğunda, insanların sadece beceri, yetenek ve diğer farklılıkları değil; kültürel, dilsel, dinsel bakımdan veya değerler ve yaşam biçimi bakımından sahip oldukları farklılıklar da önemli hale geliyor.
Dolayısıyla kaba ve yekpare bir kültürel standardizasyon kimlikler alanında da sorunlar yaratıyor. İnsanlar gittikçe daha fazla oranda kendi alt, yerel veya kendilerine has kültürel kimliklerini keşfetmenin, icat etmenin ve korumanın derdine düşüyor. Diğer yandan, küreselleşmenin getirdiği küresel kimliklerle bağlar kurma, küresel kültür-kimlik ağlarına dahil olma veya onlarla ortak dayanışma sergileme gibi davranışlar geliştiriyor. Modern eğitim sistemi büyük ölçüde insan doğası ve hayatına aykırı, bizzat eğitim hizmeti alanların rızalarını hiçe sayan ve bu yüzden ahlâken savunulması mümkün olmayan bir sistem. Buna ilâveten, artık değişen ekonomik ve sosyolojik koşullar modern eğitim sistemini işlevsellik bakımından, yani eğitimden umulan temel fayda bakımından da savunmasız kılıyor.
Bu yüzden, hem ahlâken savunulabilir hem de işe yarar (ideal değil, ama mümkün-iyi) bir eğitim sistemi üzerinde daha fazla mesai harcamalıyız.