Geçen hafta soruyu ‘yekten’ sordu Mümtaz’er Türköne: Öcalan’ı ne yapmalı? Ardından da seçenekleri sıraladı; “ya asmalı, ya önünü açmalı”… Bu, çok cesurca bir ‘gelinen nokta’ özeti. Birinci seçenek zaten masada değil, tartışılan ikincisi. Peki, bu mümkün mü?
Aslına bakarsanız ‘devlet aklı’ bir süredir Öcalan’ın ‘önünün açılmasını’ zımnen kabul etmiş durumda. Türk toplumunun önemli bir kısmı için ‘şoke edici’ görülen bu kabulün nedeni son derece basit. Silvan saldırısının ardından 22 Temmuz’da yazdım: “Kürt sorununu siyaseten çözmek yerine Öcalan’la anlaşmayı deneyenler, önce Öcalan’ı destekleyip yeniden örgüte hâkim hale getirmek zorundalar. Yoksa Öcalan’la anlaşmanın bir anlamı yok.”
Herhalde Öcalan dâhil, İmralı’da görüşme masasındaki herkes bunu biliyor. O yüzden de Öcalan’ın ısrarla üzerinde durduğu husus, ‘örgütle temasını sağlayacak imkânların sağlanması’, ki bu da bir tür ‘ev hapsi’yle başlayan ‘süreç’ demek.
Öcalan ‘muhatap’ alınıp görüşülüyorsa bu talep mantıksız değil. Eğer devlet onunla konuşuyorsa, muhatabı o ise örgütü tam kontrolü altına almayan bir Öcalan’ın devlete faydası ve katkısı ne olacak? PKK’nın silahsızlandırılması için başka bir ‘yöntem ve patronaj’ var mı, kullanabilecekleri?
‘Öcalan üzerinden PKK’yı yönetme’nin bir uzantısı olan bu yöntemi kamuoyuna açıklamak çok zor olsa da ‘devlet pratiği ve hafızası’ için şaşılacak bir şey değildir. Böyle bir ‘ilişki’nin çok eskilere dayandığına ilişkin birçok bilgi mevcut.
Devletin 1999’dan beri Öcalan üzerinden örgütü yönetmeye çalıştığı sır değil. Geçmişte bu ilişki ‘derin devlet’in tercihleri doğrultusunda ilerliyordu. Şimdilerde bu ilişkiyi ‘çözüm’ için, PKK’yı silahsızlandırmak için kullanmak isteyen bir devlet var. Yani yeni ‘devlet aklı’ bu eski formatın içine kendi formülünü enjekte etmeyi deniyor.
Biliyorlar ki bu iş çözülecekse Öcalan’la çözülecek. Sadece BDP’li Kürt siyasetçilerin talebi ve tezi değildi bu; ‘muhatap’ hep Öcalan’dı devlet için. Doğrusu, bu mesele çözülecekse bir muhatap lazım. Daha da önemlisi bu muhatabın örgüte hâkim olması şart. Yoksa muhataplığın da, müzakerenin de bir anlamı yok.
Asıl mesele, o muhatabınızın örgüte hâkim olup olmadığı meselesidir. Anlaşılan o ki PKK, tepesinde Öcalan’ın olduğu hiyerarşik bir örgüt olmaktan çıkmış, bir ‘savaş beyleri’ (war-lords) örgütü haline gelmiş. Sorun, Öcalan’la konuşarak şiddeti bitirmek isteyen devletin böyle bir durumda ne yapacağıdır.
Devlet hâlâ ‘işi Öcalan’la bitirmek’ niyetindeyse, sevgili Mümtaz’er’in dile getirdiği ‘önünü açmak’tan fazlasını yapacaktır. Çünkü muhatabınızın hakikaten ‘muhatap’, sorunu çözücü, işinizi kolaylaştırıcı bir ‘muhatap’ olmasını istiyorsanız ona ‘destek’ de olursunuz böyle bir konuma ulaşması için. Artık muhatabınızla ‘partner’ olmuşsunuzdur. Devletin Öcalan’la ilişkisinin geldiği nokta budur.
Yıllarca ‘şeytanlaştırılan’ bir adama, şimdi, örgüte gerçekten hâkim hale gelmesi, örgütteki muhaliflerini bertaraf etmesi için destek vermek zorunda kalan bir devlete ne dersiniz?
Türk halkı ve AK Parti hükümeti buna hazır mı? AK Parti’nin buna ‘evet’ demesi ve kamuoyuna satabilmesi ‘siyaseten’ pek mümkün değil. Bir yandan yeni ekonomik kriz söylentileri, öte yandan Suriye’de kaynayan kazan ve de ufuktaki cumhurbaşkanlığı seçimi varken Öcalan’la görüşmelerden çıkacak ‘ön açıcı’ bir sonucu hükümetin onaylaması zor. Dahası, Başbakan Erdoğan’ın sert mesajları ve ‘Kürt sorunu’ bitmiştir mealindeki açıklamaları da devam ediyor.
Hükümet çevreleri sadece Kürt sorununu değil PKK terörünü de hâlâ ‘yönetilebilir’ buluyorlar. ‘Cin’i şişeden çıkarmaktansa mevcut durumu sürdürmeyi tercih edebilirler. Gelinen bu noktada ‘devlet aklı’yla AK Parti’nin ‘siyasi pragmatizmi’ çatışıyor olabilir mi? Yani ‘devlet’ bu konuda AK Parti’den daha önde olabilir mi?
Zaman, 16.08.2011