Uzun bir süre gündemimizden düşmeyecek, düşemeyecek ve hatta düşmemesi gerektiğine de inandığım bir darbe girişimini geride bıraktık. Bu girişimin ardından, hiç şüphesiz, yazılıp çizilecek birçok husus var. Bu hususlar içerisinde en önemlisi kesinlikle halkın duruşudur. İkinci planda ise cumhurbaşkanı ve başbakanın duruşu gelmektedir. Eskiden olduğu gibi ne halk evinde oturmuş ne de siyasîler ceketlerini alıp kaçmışlardır. Bu önem halkasına bir de medyayı eklemek gerekmektedir. Medya 15 Temmuz darbe girişiminde çok önemli bir tutum sergiledi ve halkın bilgi almasına katkısının yanında demokrasiden yana almış olduğu tavır hayatî öneme sahip.
Medyanın almış olduğu bu tavır bana 28 Şubat darbesini hatırlattı. Bilenler hatırlayacaktır o darbede de medya çok önemli bir yere sahipti. Hatta 28 Şubat darbesi daha çok bir medya darbesi olarak dillendirilir. O dönemde darbe, medya üzerinden yürütülen yalan ve çarpıtma haberlerle oluşturulan algı sonrası gerçekleşmiştir. “Laiklik elden gidiyor”, “şeriat geliyor” gibi haberler, hemen her gün, televizyon kanallarında ve gazetelerde kullanılmıştır. Bu şekilde laik kesimin korkutulması sağlanmış ve akabinden gelen darbeye de zemin hazırlanmıştır.
8 Ocak 1997 / Milliyet Gazetesi
28 Şubat döneminde medyanın darbeye nasıl çanak tuttuğunun en bariz örneğini Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin olayında görebiliriz. Tarikat ve cemaatlere karşı başlatılan kara propagandanın baş aktörlerini oluşturan bu ikili, bir süre ülkenin ana gündemi haline gelmiş ve hem televizyonlarda hem de gazetelerde önemli bir yer tutmuştur. Medya kısa bir süre içerisinde bu olayı genişleterek dönemin İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’a, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’e ve İzmir Belediye Başkanı Burhan Özfatura’ya kadar uzatılmasını sağlamıştır. Bu şekilde laiklik karşıtı bir hareketin, dönemin iktidar partisindeki kişilerle de bağlantısı sağlanmış ve darbe için önemli bir “gerekçe” hazırlanmıştır. Medya darbe sonrasında da darbeyi destekler yayınlar yapmaya devam etmiştir.
Dün 28 Şubat’taki medyaya karşın bugün 15 Temmuz’daki medyanın darbeye karşı olan tutumu neredeyse taban tabana zıt bir durumda. Medya özellikle darbe girişimi esnasında demokrasiden ve demokratik yönetimden yana tavrını kesin bir şekilde ortaya koymuştur. Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanların canlı yayınlara bağlanarak halka hitap etmesi sağlanmış ve ayrıca doğru bilgi akışına da özen gösterilmiştir. Bu nedenle halkın sokaklara çıkıp demokrasiye sahip çıkmasında medyanın demokratik duruşunun katkısı yadsınamaz. Örneğin TRT’de okutulan bildirinin diğer kanallarda da okutulduğunu ve kanalların darbeye karşı bir tutum sergilemediklerini düşündüğümüz vakit halkın gardının henüz ilk dakikadan düşeceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın.
16 Temmuz 2016 / Hürriyet Gazetesi
Medyanın duruşu özellikle 16 ve 17 Temmuz gazete manşetlerinden de gayet net bir şekilde görülebilmektedir. Hemen hemen tüm gazetelerde darbe aleyhtarı manşetler yer almıştır. Kötü olana, anti-demokratik olana karşı medyanın bu ortak tavrı, halkın da demokrasiden yana ortak bir tavır takınmasında kolaylık sağlamıştır.
Medyanın anti-demokratik duruşu ile demokratik duruşunun darbelerde ne kadar önemli olduğunu bu iki darbeden görebilmek mümkündür. Fakat burada dikkat edilmesi gereken asıl nokta medya organlarının çeşitliliği ve bolluğudur. Türkiye’de medya organlarının çeşitliliği, bolluğu ve sosyal medyanın da aktif bir şekilde kullanımı, medyanın, artık eskisi gibi tek bir merkezden kontrol edilmesi kolay bir yapı olmadığını göstermektedir. Ayrıca 15 Temmuz, 20. Yüzyılda yazılan hikayelerin Türkiye gibi ülkelerde artık tutmayacağının da bir kanıtıdır.