Geçen haftaların enteresan polemiklerinden biri, İstanbul’daki Zincirlikuyu Mezarlığı girişine yazılan Kur’an ayeti üzerineydi: “Her canlı ölümü tadacaktır.” CHP milletvekili adayı Prof. Binnaz Toprak, benim de katıldığım bir televizyon programında, bu uyarıyı “sinir bozucu” bulduğunu söyledi. Bunun üzerine de “Allah’ın ayetinden rahatsız olmakla” eleştirildi.
Aslında ben Binnaz hocanın, o sözüyle ne Allah’a, ne de dine saygısızlık etmek istemediğine eminim. Sanırım, daha ziyade, ölüm gerçeği karşısında hemen her insanın verebileceği “tabii” bir refleksi verdi; ölümle yüzleşmekten kaçınmak.
Bu, dediğim gibi, tabii bir insani reflekstir. Bu nedenle de, meseleyi “CHP’li laikleri eleştirme vesilesi” düzeyine indirgemek yerine, hepimizi ilgilendiren “varoluşsal bir sorun” olarak ele almak daha doğru olacak. Zaten, bir başka Kur’an ayetinin bildirdiği gibi, bu gibi varoluşsal meselelerde “zalim ve cahil” olan, şu veya bu insan grubu değil, genel olarak “insan”dır. (Ahzab Suresi, 72)
İlahi dinler, insanın işte bu ham doğasını olgunlaştırmak için vardır. “Ben neden varım, niçin öleceğim, öldüğümde ne olacak” gibi, hiçbir “bilimsel” yolla çözemeyeceğimiz varoluşsal sorularımıza cevap verirler. Dahası, bizi “gaflet”ten yani “kafayı kuma gömme” halinden kurtarmaya çalışırlar.
Bu çabanın en önemli unsurlarından biri de, “ölümü düşündürmek”tir. Çünkü kendisinden asla kaçamayacağımız bu tek gerçeği hatırda tutmak, bizi dünyevi hayatın tutkularından, hırslarından ve korkularından özgürleştirir. İslam büyüklerinin “nasihat istersen ölüm yeter” demesi, bundandır.
Özgürleştiren Gerçek
Türkiye’deki laik kesimin bir sorunu, muhafazakar kesimle aralarındaki “sınıfsal” çelişkinin bir sonucu olarak, dinden felsefi düzeyde dahi uzak kalması. Bunun doğal bir sonucu da, dini geleneğin içerdiği “nasihat”lardan tümüyle yoksun (ve dolayısıyla da epey kuru ve yüzeysel) bir hayat algısına sahip olması.
Oysa “nasihat istersen ölüm yeter” dersinin sırrına varmak için, illa muhafazakar olmak gerekmiyor. Müslüman olmak dahi gerekmiyor. Bakın, Apple Bilgisayar’ın ünlü CEO’su Steve Jobs, 2005 yılında Stanford Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta şöyle demiş:
“Yakında ölmüş olacağımı bilmek, hayattaki büyük kararları verirken bana en çok yardım eden araç oldu. Çünkü başka her şey; tüm dışsal beklentiler, gurur, utanç ve başarısızlık korkuları, tüm bunlar ölüm karşısında yok oluyor ve geriye sadece gerçekten önemli olan şey kalıyor. Öleceğinizi akılda tutmak, kaybedecek bir şeyleriniz olduğunu düşünme tuzağına düşmemek için bildiğim en iyi yoldur. Zaten çıplaksız. Kalbinizin sesini dinlememek için bir sebep yok.”
Bunu ilk okuduğumda aklıma bir soru gelmişti, yine sorayım:
Steve Jobs gibi kreatif dehaların Türkiye’den pek çıkmaması, acaba laiklerin hep sandığı gibi “dini dogmaların” fazla güçlü olmasından değil, aksine insanlara ilham verecek, onları vasatlıktan çekip kurtaracak “dini hakikatlerin” yeterince kavranamayışından olmasın?
NOT I: Söz konusu ilhamı aramak isteyenlere, genç akademisyen Emre Dorman’ın yazdığı harika bir kitabı tavsiye edeyim: “İnsanlar Uyurlar, Ölünce Uyanırlar” (İstanbul Yayınevi, 2011)
NOT II: Ertuğrul Özkök, Cumartesi günkü Hürriyet yazısında bana dair övücü sözler sarf etti. Bu teveccühe ancak müteşekkir olabirim. Ancak Sayın Özkök’un aynı yazıda “liberal” yazarları iktidarperver ve vicdansız ilan edişine katılmadığımı da belirtmeliyim. Herkes gibi liberaller de hata yapıyordur; ama ben çoğunun ilkeli demokratlar olduğuna kâniyim.
Star, 16.05.2011