İslam ve Hürriyet

Cumhurbaşkanı Erdoğan 7. Din Şurası’nda yaptığı konuşmada “İslam varsa hürriyet vardır” dedi. Bu sözü nasıl okumak ve anlamak lazım?

Bu söz iki türlü anlaşılabilir. İlkinde bir yerde İslam’ın var olmasının oranın özgür olmasına sebep olduğu ve olacağı biçiminde. İkincisi ise bir yerde İslam varsa orada İslam’ın var olmasına izin veren bir hürriyet olduğu biçiminde. Daha kestirmeden söylemek gerekirse İslam’ın özgürlüğün sebebi ve kaynağı olduğu veya hürriyetin İslam’ın var olmasının ön şartı olduğu şeklinde. Daha da kestirmesi, iki okuma, İslam’ın özgürlük getirdiği veya İslam’ın özgürlük gerektirdiği biçiminde yapılabilir. Bu okumalardan hangisi doğrudur? Bu hususta teoriye ve tecrübeye dayanan cevaplar verebilecek durumdayız.

Önce bir noktanın altını çizmekte fayda var. Bir kimse bir kavramı-görüşü-teoriyi-ideolojiyi-dini çok sevebilir ama bu sevgi onun bütün iyiliklerin ve iyi şeylerin kaynağı olduğunu göstermez. Mesela ülkemizde bununla ilgili tipik bir örnek cumhuriyet kavramı üzerinden verebilir. Cumhuriyet severliği ‘cumhuriyetperestliğe’ çeviren bazıları hayattaki tüm iyiliklerin ve güzelliklerin cumhuriyetten kaynaklandığını ve cumhuriyetin asla yanlış ve kötü bir şey yapmayacağını var sayıyor. Bu yüzden, 29 Ekim kutlamalarında saçma sapan, akla, mantığa ve hakikate aykırı mesajlar verilebiliyor. Oysa, alana ve tarihe bakıldığında cumhuriyetlerin otoriter, totaliter ve demokratik olabildiği görülüyor. Dolayısıyla, otoriter ve totaliter cumhuriyetleri görmezden gelip cumhuriyetleri genellikle demokrasinin sonucu ve meyvesi olan iyiliklerle özdeşleştirme yoluna gitmek yanlış.

Benzer bir durumun İslam söz konusu olduğunda da ortaya çıkması mümkün. Dinler hayatın belli alanlarında hakikati temsil etme iddiasındadır. Bir alanda iki hakikat olamayacağına göre bütün dinler doğal olarak diğer dinlere karşıdır. Her din hakikatin kendisinde olduğunu öne sürer. Bundan dolayı, dinler herkesin kendilerine inanmasını ve dediklerini yapmasını isterler. İslam ve Hristiyanlık tarihi buna şahittir. Bu bir çatışma sebebi olur. Sadece dinler arasında değil aynı dinin farklı yorumları arasında da bu hususta çok kötü, hatta korkunç kavgalar olmuştur. Dinlerin tarihi bir bakıma savaşların tarihidir. Bu savaşlarda insan kanı sel gibi akar ve binlerce insan diğer insan kardeşleri tarafından yok edilir. Tipik bir örnek olarak Avrupa’da vuku bulmuş olan din savaşlarına bakılabilir.

Bu ağır sorunun çözümü din özgürlüğünü öne çıkartarak bulunabilmiştir. Buna göre, herkesin dini kendisinedir. Din özgürlüğü sadece şu veya bu dine mensup olanların değil her dine mensup insanların hakkıdır. Başka bir deyişle, bir çerçeve değer olarak özgürlük farklı ve rakip dinlere mensup insanların önce var olabilmesi sonra da bir arada ve barış içinde yaşayabilmesi için elzemdir.

Özgürlük genel bir değer olarak hiçbir dinden türetilemez. Her din kapsayıcı bir şekilde beşerî dünyaya egemen olmak ister. Dinlerin çokluğu ve farklılığı bir çatışmaya varabilecek bir zıtlaşma sebebi olabilir. Bu yüzden, dinler özgürlük getiremez. Tam da tersine, dinlerin özgür olabilmesi için özgürlüğün önceden var olması gerekir.

Özgürlük tüm insanları kuşatan genel bir değerdir. Özgürlük tüm insanlara dil, din, cinsiyet, etnisite vs. farklarına bakılmaksızın tanınır. Ancak bu özgürlük ortamında insanlar din tercihlerini serbestçe yapabilir ve bu tercihlerinden dolayı rahatsız edilmez. Buna karşılık, şu veya bu dine bağlılık özel bir değerdir ve sadece o dine inananları ilgilendirir.

Dolayısıyla, İslam -veya başka herhangi bir din- hürriyet getirmez, bir yerde İslam’ın -daha doğrusu Müslümanların- var olabilmesi ve hür biçimde yaşayabilmesi orada hürriyetin var ve kurumsallaşmış olmasına bağlıdır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et