İklim değişikliği, kuraklık, kentleşme, insanların topraktan kaçıp şehirlerde yaşamak istemesi, maliyetlerin artması hem dünyanın hem de ülkemizin tarımını çok kötü etkiliyor. İnsanlık, var olduğu, sindirim sistemi de evrilip başka bir şekle dönüşmediği sürece bir şeyler yemek zorunda ki hayatta kalabilsin. Bir şeyler yiyebilmek için de en gerekli meta toprak ve su. Ama mevcut durumda suyun kıtlığı ve toprakların hem kaybolması hem işlenmemesi, ülkemizin de insanlığın da bekasını tehdit eder noktaya geldi.
Bizim ülkemizdeki bir başka sorun da, tarım arazilerinin gerek miras yoluyla bölünmesi gerekse de deprem korkusuyla yüksek katlı bina yapmaktan kaçınma dolayısıyla şehirlerin tarım arazilerine doğru yayılması, tarım arazilerinin imara açılmasıdır. Verimli topraklarımız hem azalıyor hem de ekilmiyor.
Şehirlerden dışarıya çıktıkça, yolun sağında ve solunda, birkaç futbol sahası büyüklüğe bölünmüş tarlalar görüyoruz. Böylesine küçük topraklarda yapılacak bir ekimden elde edilecek mahsul, belki eken evin ihtiyacını bile karşılayamayacak kadar az olacaktır. Bir de bu kadarcık toprağı ekmek için kullanılacak emek ve makine maliyeti de elde edilebilecek kazancı götürecektir. Tabii bu etkenler de toprağın sahibini, ekip zarar etmektense veya para kazanamamaktansa toprağı hiç ellememeye itiyor.
2015 yılında meclis, “tarım arazilerinin miras yoluyla bölünememesi hakkında kanun” çıkararak bir nebze bu soruna çözüm getirmeye çalıştı. Özel mülkiyetin kutsallığına itibar eden hukuk sistemimizde, ileride karnımızın doyabilmesi için biraz zorlayıcı bir tedbirdi bu. Bu kanuna göre babadan kalan 100 dönüm arazi 5 kardeş arasında 20’şer dönüme bölünüp verimlilikten düşmesindense, yine aile içinde anlaşılarak, bir kardeş tarafından 100 dönüm arazinin ekilmesine imkan verilmek istenmişti. Kanun isabetli, iyi niyetli ama sonuç çıkaracak işlevsellikten uzaktı. Çünkü 5 kardeşin 5’i de hem anlaşamıyor hem de zaten pek tarım yapmak istemiyorlar. Yeni neslin ise tarımda istihdam edilmeye hiç niyeti yok.
Özel mülkiyetin kutsallığına ucundan azıcık dokunan bu kanun pek işe yaramamış olmalı ki, şimdi yine Tarım ve Orman Bakanlığı’nın önerisiyle, “Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” çıkartılarak, hisselilik, mülkiyet ihtilafı, parçalılık, tarımsal faaliyete son verilmesi, göç veya başka bir sebeple üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerini tespit ederek, ekonomiye kazandırılması ve kamu yararına kullanılması için bu arazileri, kira geliri arazi maliklerine ait olmak üzere ve arazinin vasfının değiştirilmemesi şartıyla, sezonluk olarak rayiç bedelden aşağı olmamak üzere kiraya verebilecek. Kiralamada arazinin bulunduğu yerleşim yerinde ikamet edenler ve STK’lar öncelikli olarak yararlanacak. Kira gelirleri arazi sahiplerine verilecek.
Dikkat edilirse bu kanunda da özel mülkiyetin kutsallığına saygı gösterilerek, azıcık zorlamayla toprakların ekilip değerlendirilmesi amaçlanıyor.
Şu anda ülkemizde 1,5 milyon hektar tarım arazisinin ekilmeden atıl şekilde beklediği belirtiliyor. Yeni çıkacak kanunun bu derde derman olup olamayacağını önümüzdeki 5 yıl içinde görebiliriz ancak.
Benim bu konuda başka bir görüşüm var. Bu görüşüm, bu yazının yayınlandığı platformun genel dünya görüşüne, tabii bu arada benim de fikirlerime epey bir tezat teşkil ediyor. Biraz fazlaca otoriter ve metazori içeriyor. Ama işin içinde yine özel mülkiyet ve özel teşebbüs var. Önerime göre mülkiyet hakkına dokunulmayacak ama tarım arazilerinin kullanım hakkı maliklerinin elinden (gerekirse) rızası hilafına alınıp, özel sektörün işletmesi için devlet kontrolünde ihaleyle uzun dönemli kiraya verilecek.
Öncelikle tespit edilmiş 1,5 milyon hektar tarım arazisinin, bundan böyle üzerine kesinlikle tek bir taş dahi konamayacak şekilde imar çerçevesinden, ihtimalinden çıkarılması, ilk yapılacak iş olmalı. Belki de bu hüküm anayasaya konacak kadar muhkem olmalı. Bunun peşinden de bu araziler, devletin zoruyla, itirazı gayrikabil olarak, yerine göre 10 bin, yerine göre 50 bin, 100 bin dönümlük bütünler halinde yerli ve yabancı tarım şirketlerine, sadece tarım yapmak ve elde edilecek kazançtan mülk sahiplerine arazisi büyüklüğünce pay verilecek şekilde ihaleyle verilmesini öneriyorum. Bu yolla, büyük parçalar halinde, tek bir ticari kurum tarafından işlenecek topraktan hem daha çok verim alınacak, daha az su harcanacak, makineler ve gübre verimli kullanılacak, işçilerin işleri de mevsimlik değil sürekli olacak. Tek başına kazanç getirmeyen futbol sahası büyüklüğündeki toprakların sahipleri de günün sonunda para kazanacak. Toprağı işleyen şirket, harman sonrası ürünün yıl boyunca saklanması, işlenmesi, satılması gibi tesisler kuracak, yıl boyunca ürünün piyasada bulunmasını sağlayabilecektir. Böylelikle her zaman söylenen “planlama” da kendiliğinden oluşacak, şirket kendi kârını yüksek tutmak için hem o toprakta en verimli tohumu ekecek hem tasarrufa dikkat edecek. Böylelikle ekilmeyen toprağımız kalmamış olacak.
Devletin de bundan sonra ürünlere taban fiyat vermesi, TMO tarafından alıp stoklaması, ziyan edilmesi, stok maliyeti gibi mevcut yükümlülükleri de ortadan kalkacaktır. Partilerin seçim zamanı çiftçiye rüşvet vermesi ihtiyacı da kalmayacaktır. Tarım kesimine aktardığı mazot desteği, gübre desteği gibi teşviklere gerek kalmayacaktır.
Bu ihalelerin süresi, sınırları, teşvikleri, hisse paylarının takibi gibi konular bakanlığın içindeki bir birim tarafından yapılıp hem mülk sahiplerinin hem de devletimizin ve milletimizin kâr etmesi korunacaktır.
Her konuda ultra liberal biri olan ben bunu biraz kendimle çelişerek ve zorlanarak yazıyorum. Devletin bu konuda kimseyi dinlemeden zor kullanması gerektiğini düşünüyorum. Ama ya topraklar boş kalıp karnımızı doyurmak için sağda solda buğday arayacağız ya da belki dünyaya biz buğday satacağız.