Çok kullanılan bir söz var: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” M. Kemal’e atfedilen bu sözün aslının Hazreti Ali’ye ait olduğu da rivayet edilir. Buna göre M. Kemal bu söze sadece “en” kelimesini ekleyerek ifade edilmek istenen şeyi kuvvetlendirmiştir.
Mürşit irşat eden, aydınlatan, bilgilendiren gibi anlamlara geliyor. Mürit ise aydınlatılan, irşat edilen kişiye işaret ediyor. Mürşit bir şahıs, bir işaret, bir teori vs. olabilir. 19. Yüzyıl öncesinde bu sıfatın bilime layık görülmüş olması ihtimâli zayıf. Çünkü insanlık tarihindeki asıl çığır açıcı ve insan hayatını etkileyici bilimsel gelişmeler 19. Yüzyılda ve sonrasında vuku bulmuş. Bu dönemde bilimlerdeki ilerleme insanların gözlerini kamaştıracak kadar büyük ve muhteşem. Bu muazzam ilerleme elbette çeşitli şekillerde yorumlanıyor. Örneğin bilimsel ilerlemenin çok geçmeden bütün dinleri ıskartaya çıkartacağı yolunda beklentiler içine giren veya bilimi bir çeşit pozitivizm dinine çeviren -A. Comte gibi- insanlar bile var. Zamanımızda bazı kişi ve çevrelerin dinlerini bilimsel gelişmelerle ispatlamaya çalışması da bu eğilimin farkına varılmayan bir yansıması olarak görülebilir.
Bilimin itibarı söz konusu dönemde o kadar yüksek ve bilimsel ilerleme o kadar umut vericiydi ki, fen bilimlerinde vuku bulan gelişmelerin çok geçmeden sosyal bilimlerde de tekrarlanması ve insanlığın kesin gelişme ve iyi yaşama kanunlarının keşfedilmesi bekleniyordu. Bu yüzden fen bilimlerindeki düşünme ve araştırma yöntemleri sosyal bilimler denilen alanlara taşınmaya çalışıldı. Böylece tipik pozitivist, kurucu rasyonalist teoriler ortaya çıktı. Bu bakımdan Marx’ın hikâyesi çok ilginç. Marx’ın kendi teorisine “bilimsel” sıfatını eklemesi sadece rakiplerini saf dışı bırakmak için atılmış akıllıca bir adım değil, aynı zamanda kendisinin insanlığın gelişme kanunlarını bulduğuna olan kesin inancını yansıtan bir durum. Marx’a göre, insanlık üretim problemini ebediyen çözmüştü ve artık ilgilenilmesi gereken zenginliğin nasıl dağıtılacağıydı…
İnsanların hayatta kendilerine ezelî ve ebedî hakikati gösterecek, yanılmaz bir mürşit araması muhtemelen ilk insanlardan beridir yaşanmakta olan bir vakıa. İnsanlar -en azından çoğu- kendilerini her veya çoğu konuda aydınlatacak, onlara iyinin, doğrunun, güzelin ne olduğunu gösterecek, hayatlarına anlam ve değer katacak bir mürşit peşinde koşageldi.
Bugün tarihin hayli ileri bir döneminde yaşıyoruz. Muazzam bir tecrübe birikimine sahibiz. Bu tecrübeler bize özellikle sadece inananları değil herkesi bağlayacak ve gerekirse insanlara zorla kabul ettirilecek bir mürşit arayışının hayatta tekliğe ve tekelciliğe yol açtığını ve insanlara saadet değil felaket getirdiğini gösteriyor. Bugün biliyoruz ki toplumsal varoluş bakımından hayatta en önemli şey farklılıklarımıza rağmen kurallı olarak ve barış içinde yaşamak. Bu da bir tek şeyi veya kişiyi mürşit kabul etsek bile bunun herkesi bağlayıcı olmadığını peşinen benimsemeyi gerektiriyor. Herkesin kendi yolunda gitmesine izin vermeyi icap ettiriyor. Başka bir deyişle, herkesin doğrusu, hakikati, mürşidi kendisine…
Benim görebildiğim kadarıyla hayatta ne tek ne de en hakiki mürşit var. İnsan hayatta değişik zamanlarda ve alanlarda değişik “mürşitlerin” rehberliğine muhtaç. Bu mürşit yerine göre bilim, yerine göre ahlâk, yerine göre din, yerine göre hukuk, yerine göre gelenek-görenek ve yerine göre de -söz gelimi- insanın eşi olabiliyor. Bu yüzden, hayatta en hakki mürşit arayışı ve özellikle dayatması çok problemli ve barışçıl ortak yaşayışa engel olacak bir tavır.
Kısaca, ilim hayattaki en hakiki mürşit değil!