Son yıllarda yeni bir tarihçi akademisyenler ve fikir adamları nesli yetişti. Bu insanların çalışmaları tarih disiplininde bir yaklaşım getirdi. Bakış açısının genişlemesine ve bir tür eksen değişikliğine sebep oldu. Bu neslin mensubu olmamakla beraber Jared Diamond’ı neslin öncülerinden biri olarak görmek mümkün. Yeni neslin Ian Morris ve Niall Ferguson gibi önemli eserlere imza atan mensupları var.
Eskiden tarih deyince ağırlıklı olarak askerî ve siyasî olayların dökümünün yapılması ve akışının tablolaştırılması akla gelirdi. Yeni nesil tarihçiler ise tarih disiplinine daha geniş ve daha açıklayıcı bir bakış açısı geliştirdi. Bir tür insanlık tarihi yazarak, insanlığın nereden geldiği ve nereye gitmekte olduğu hakkında analizler yaptı. Bunu yaparken de eski tarihçiliğin sınırlarını aşarak eserlerinde antropoloji, arkeoloji, etnografi, ekonomi gibi çok sayıda disiplinden gelen bilgileri de kullandı. Böylece gerçekten heyecan verici eserler ortaya çıkmaya başladı.
İskoçyalı Niall Ferguson bu yeni nesil tarihçiler arasında dikkat çekici bir yere sahip. Birçok eseri başta Yapı Kredi Yayınları olmak üzere çeşitli yayınevleri tarafından Türkçeye çevirtildi ve yayınlandı. Ferguson’un Türkçedeki tüm eserlerini okudum. Bu çok heyecan verici bir faaliyetti ve çok şey öğrenmemi sağladı. Elbette her akademisyen gibi Ferguson’un da çeşitli eksiklikleri, yanlışları ve hatta zaafları var. Bunlar arasında en dikkat çekici olanlar Uygarlık: Batı ve Ötekiler (Çev. Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 2011) adlı eserinde yer almakta. Bunlar maalesef Ferguson’un ve eserlerinin itibarına zarar verebilecek nitelikte ve çapta.
Ferguson’a göre Batı’nın dünyanın geri kalan kısmı tarafından kıskanılan ve taklit edilmeye çalışılan gelişmesinin temelinde şu altı faktör yatmakta:
“1. Avrupa siyasal coğrafyasının parçalı olması ve her monarşi ya da cumhuriyet içinde birbiriyle çelişen çok sayıda tüzel kurum bulunması açısından rekabet.
2. Matematik, astronomi, fizik, kimya ve biyoloji alanlarındaki bütün önemli 19. Yüzyıl atılımlarının Batı Avrupa’da geçekleşmesi açısından bilim devrimi.
3. İngilizce konuşulan dünyada özel mülkiyet hakları ve mülk sahiplerinin seçilmiş yasama organlarında temsili temelinde optimum bir sosyal ve siyasal sistemin ortaya çıkması açısından hukukun üstünlüğü ve temsili yönetim.
4. Tropikal hastalıkları denetim altına almayı da kapsamak üzere, sağlık hizmeti alanındaki neredeyse bütün önemli 19. ve 20. yüzyıl atılımlarının Batı Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar tarafından başarılması açısından modern tıp.
5. Hem üretkenliği geliştirici teknoloji yönünde bir arzın, hem de pamuklu giysilerle başlamak üzere daha fazla, daha iyi ve daha ucuz mallara dönük bir talebin bulunduğu bir yerde sanayi devriminin gerçekleşmesi açısından tüketim toplumu.
6. Dünyada ilk kez Batılıların daha saygın ve yoğun emeği daha yüksek tasarruf oranıyla birleştirerek sürekli sermaye birikimini sağlaması açısından çalışma ahlâkı” (ss. 320-321).
Yazarın bu tespitlerinin genel tespitler olduğunun ve kendisinin bunları dile getiren ilk yazar olmadığının farkına varmak mühim. Ferguson genel hatlarıyla klasik liberal çizgiye yakın bir yazar, ama ondan evvel daha liberal yazarlar tarafından da bu hususlar etraflı şekilde vurgulandı. Nathan Rosenberg ve L. E. Birdzell Jr. tarafından kaleme alınmış olan Batı Nasıl Zengin Oldu: Endüstri Dünyasının Ekonomik Değişimi (Çev. Erdal Güven, Form Yayınları, 1992) örnek olarak verilebilir. Buna karşılık yazarın bu çalışması meselâ liberalizme daha uzak olan Daron Acemoğlu – James A. Robinson çalışmalarına göre daha açıklayıcı ve elbette daha başarılı. Ayıca Ferguson’un M. Weber’in Protestan ahlâkı ile kapitalizm arasında kurduğu ve bazı akademisyenler ve yazarlar tarafından neredeyse tartışılmaz bir dogmaya dönüştürülmüş olan bağın yanlışlığını tespit etmiş olması da büyük başarı…
Evet, çağdaş uygarlık büyük ölçüde özel mülkiyetin tüm kurumları ve sonuçlarıyla kabul edilmesinin sonucu. Başka bir deyişle tüm kuralları ve kurumlarıyla serbest piyasa ekonomisi günümüzde uygarlığın arkasında veya altında yatan ana unsur. Siyasal rekabet, ekonomik rekabet gibi hususlar özel mülkiyetin hukukî garanti altına alınmasının yansımaları olarak görülebilir. Başka bir şekilde şöyle söylenebilir: İnsanlar yaşayabilmek için özel mülkiyete sahip olmak zorundadır. Tarih boyunca özel mülkiyet de facto olarak daima var olmuştur. Ancak mülkiyetin de jure olarak tanınması daha ileri bir tarihte vuku buldu. Bu süreçte başı Batı çektiği için Batı dünyanın diğer yerlerine göre çok daha fazla gelişti ve çağdaş uygarlığın öncüsü olarak görülür ve anılır hâle geldi. En azından çok yakın tarihlere kadar…
Kitabın adının da gösterdiği üzere Ferguson uygarlık meselesine Batı merkezli bakmakta. Bu anlaşılır ve kabul edilebilir bir durum, çünkü bugünkü medeniyetin ağırlık noktasını Batı oluşturmakta. Uygarlık deyince akla hemen Batı uygarlığı gelmekte. Ancak yazar medeniyetin bir kopuş değil bir süreklilik meseli olduğunun farkında ve dünyanın geri kalan yerlerinin ve kültürlerinin çağdaş medeniyete katkılarını mümkün mertebe zikretmekte. Kitabın bu bakımdan da hayli dürüst olduğu söylenebilir.
Kitapta bir dereceye kadar bir kusur olarak görülebilecek bir husus, yazarın, diğer bazı eserlerinde de olduğu gibi, Batı kolonyalizminin vahşetini ve kusurlarını hafifletici ve mazur gösterici tespitler yapmaya çalışması. Bu çerçevede kolonyalizmin kolonileştirilen ülkelere ve halklarına sağladığı yararları abartılı bir biçimde aktarmakta. Bu kolay kolay kabul edilemeyecek bir görüş. Bir şeyi başka bir şeyle dengelemeye çalışmaktansa yanlışa yanlış doğruya doğru demek daha iyi bir tutum olurdu.
Ancak, Ferguson’un yaptığı diğer bazı hatalar var ve bunlar ne yazık ki yazarın soğukkanlılık ve tarafsızlık iddiasına çok ciddî darbe indirmekte.
Eser İslamcı terörizmin bugüne nispetle çok daha yaygın olduğu, 9/11 olaylarının psikolojik tesirlerinin devam ettiği ve Batı’nın -özellikle ABD’nin- EL Kaide’ye karşı yoğun bir mücadeleyi sürdürdüğü bir dönemde yazılmış. Yazar bu ortamdan korkuya kapıldığının izlerini şaşırtıcı bir İslam ve Müslüman karşıtlığı ile sergilemekte. Bu meselelere bakışı kitabın diğer bazı bölümlerinde gördüğümüz soğukkanlılık ve sağduyu ile bağdaşmamakta. Ferguson her Müslüman’ı terörist ve İslam’ı bir terör dini olarak ilan etmeye neredeyse bir adım mesafede. Oysa, söz gelişi Hristiyanlığın reformasyon sonrası tarihini incelese bugünkü İslamist teröristlere rahmet okutacak yaygınlıkta bir vahşet göreceği kesin…
Diğer taraftan, Ferguson’un Türkiye hakkındaki bazı analizleri insanı hayret ve dehşet içinde bırakacak bir mahiyette ve Ferguson çapındaki bir yazar adına çok üzücü. Ferguson Batı uygarlığının genel olarak dünyanın geri kalan kısımlarında takip ve taklit edilmesini uygarlığa giden başlıca yol olarak görüyor. Batı dışını da bu açıdan analiz etmeye çalışıyor. Meselâ Çin ile Batı arasında yaptığı karşılaştırma ve Çin’in son yıllarda katettiği mesafe hakkında ilgi çekici açıklamaları var. Ne var ki yazar konu Türkiye’ye geldiğinde kitabındaki genel metodolojiyi ve uygarlık ölçme ve değerlendirmelerinde kullandığı yukarıda sıralanan kıstasları bir tarafa bırakıyor ve adeta Kemalist propagandayı tekrarlıyor. Bir tespit mi yoksa bir iyi görünme çabası mı olduğunu ayırt etmenin hakikaten zor olduğu bir yaklaşımla Türkiye’de tek parti diktatörlüğü döneminde gerçekleştirilen ve kendisinin “kültür devrimi” adını verdiği şeyleri övüyor ve savunuyor. Bu çerçevede meselâ alfabe değişikliğini onamak için ne diyeceğini bilemiyor ve Osmanlı’nın uygarlık yolunda mesafe almak için bir dil devrimine ihtiyaç duyduğunu söylüyor (s. 112-114). Olabilir, bu da bir iddia; ama Ferguson bu iddiayı temellendirmeye yönelik bir çaba sarf etmiyor, söyleyip geçiyor. Ne bunu inandırıcı delillerle temellendiriyor ne de meselâ Çin’in (veya Japonya’nın) uygarlık yolunda ilerlemek için alfabesini değiştirmesi gerekmezken Türkiye’nin neden alfabesini değiştirmesi gerektiğini açıklamıyor…
Ferguson ‘un Uygarlık: Batı ve Ötekiler adlı kitabı bu kusurlarına rağmen okunmaya değer ve okuyucularına çok faydalı olabilecek bir eser.