Türkiye’nin “özgürlük koalisyonu”, başka iyi işleri gibi hükümetin “Kürt Açılımı”nı da baştan beri destekliyor. “Özgürlük koalisyonu”ndan kast ettiğim homojen bir grup değil; bunun içinde Kürd’ü ve Türk’üyle sağdan soldan pek çok kişi yer alıyor. Bu koalisyonun, ilgili sorunun özelliğine göre, geçici müttefikleri de oluyor.
Kürt Açılımı söz konusu olduğunda, bazı liberal-demokrat Kürt aydınları, meslek mensupları ve iş adamları da bu koalisyonun bir parçası olarak ortaya çıktı. Bu arada DTP’ye de hiç değilse bu meselede koalisyonun geçici bir müttefiki gözüyle bakıldı. Bu görünmez koalisyonun çoğu mensubu gibi ben de Kürt Açılımı’nın DTP’nin dahli olmadan başarılı olamayacağını düşündüm. Madem ki Kürt sorununun çözümünden söz ediyoruz, öyleyse hatırı sayılır bir temsil yeteneği olan bu partinin resmen muhatap alınması gerektiğini ısrarla dile getirdik. Şüphesiz, PKK’yla “yakın temas” kurabilme yeteneği de DTP’nin bu işteki rolünü daha kritik hale getiriyordu.
Şu var ki, parlamentoda grubu da bulunan DTP’yle ilgili bu beklenti onun kendi bağımsız iradesi olan sahici bir parti olduğu varsayımına dayanıyordu. Bu iyimser varsayıma göre, PKK ve Öcalan’la yakınlığı bu partiyi terör örgütünün, İmralı’dan gelen talimatlara göre hareket eden sıradan bir uzantısı yapmazdı. Özellikle de partinin genel başkanının, Ahmet Türk gibi şiddet politikasına mesafeli olduğu izlenimi veren, “makul” ve tecrübeli bir siyasetçi olması bu iyimserliği artırıyordu.
Ne var ki, son olaylar DTP’yle ilgili bu iyimser beklentileri boşa çıkarır gibidir. O kadar ki, Kürt Açılımı’nın başarılı olacağına ilişkin iyimser hava şimdi neredeyse dağılma noktasına gelmiş bulunuyor. Gerçi daha önce de zaman zaman bu partiden kafa karıştıran bazı “çatlak sesler” yükselmiyor değildi, ama her seferinde yine aynı kaynaktan bunların kötü etkisini bir ölçüde telâfi eden sağduyulu sesler de çıkıyordu. Veya, her şeye rağmen, bu çatlak sesleri arızi sayıyor ve partinin genel gidişatına ilişkin ümidimizi koruyorduk.
Ama şimdi durum kökten değişmiş gibi. DTP artık kendisini Öcalan’ın kişisel gündemine endekslemiş, kendi başına inisiyatif almaktan aciz bir parti izlenimi veriyor. Bu parti Öcalan’ın kurguladığı anlaşılan Açılımı sabote edici ölümcül provokasyonlara kendi tabanının sürüklenmesine seyirci kalıyor; hatta bu gidişatı destekleyen tutumlar sergiliyor. Öcalan’ın hapishane şartlarından şikâyetinin harekete geçirdiği DTP-PKK tabanının ülkenin doğu ve güneydoğusunda yol açtığı yakıp-yıkma olayları ile, PKK’nın son Tokat saldırısının öncesi ve sonrasındaki DTP tutumu bunun en belirgin göstergesi.
Gerçi, PKK’yla aşağı yukarı aynı toplumsal tabana dayanan DTP’nin sahiden istese bile kendisini bütün bu olaylardan ayrıştırmasının, hatta PKK iradesini büsbütün gözardı etmesinin imkânsız denecek kadar zor olduğunun herkes farkındadır ve bu anlaşılabilir bir durumdur. Yine de bu durum DTP yönetiminin bu türden sabotajları önleme konusunda bir niyet beyanında bile bulunmamasını; daha da kötüsü, Kürt Açılımı’nın akıbetini Öcalan’ın geleceğe dönük kişisel beklentilerinin karşılanmasına bağlayan bir pozisyon almasını haklı göstermiyor.
Şüphesiz, bütün bu gelişmeler hükümetin Kürt Açılımı’nda geri adım atmasını haklı göstermez. Çünkü, Kürtler dahil hepimizin iyiliği için bu davanın başarıya ulaşması şarttır ve bu da DTP’den önce hükümetin sorumluluğundadır. Onun için, DTP ve başkaları ne yaparsa yapsın hükümetin hiçbir şekilde rotadan sapmaması gerekiyor. Esasen, DTP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması durumunda hükümetin sorumluluğu daha da artacaktır.
İtiraf edelim ki, böyle bir durumda mesele daha da çetrefil bir hal alacak ve hükümetin de işi çok zorlaşacaktır. Keşke Anayasa Mahkemesi DTP’yi kapatmasa ve DTP de kendisini toparlayıp Öcalan’ın değil, Kürtlerin davasını gütmeye başlasa!
Star, 10.12.2009