Son zamanlarda liberal çevrelerde demokrasiyi bir ütopya veya faydasız -hatta zararlı- bir siyasî yöntem olarak görüp reddetme eğilimleri boy göstermeye başladı. Bu eğilimdekiler demokrasi dışı bir yol aramaya veya demokrasinin temel kurumlarında radikal değişiklikler yapmaya hevesli. Aralarında kademelendirilmiş oy sistemini düşünenler de monarşiyi savunanlar da var.
Devletsiz toplumun mümkün olduğuna inanan anarko-kapitalistler için sorun yok. Devlet yoksa siyaset, siyaset yoksa demokrasi yoktur. Piyasa devlet tarafından yerine getirilen her hizmeti üretebileceğinden devletsiz toplum ister demokrasi ister başka bir formda siyasetin bulunduğu toplumdan daha özgür ve müreffeh olacaktır. Bu yaklaşım bu yazının konusu değil.
Demokrasi dışı yollar arayanlar sık sık monarşiye atıf yapıyor. Hem de iddialı şekilde. Şüphe yok ki monarşiyi tercih etmek siyaseti değil demokratik siyaseti reddetmek anlamına geliyor. Monark nihayetinde en üst kamu otoritesi. Bu yaklaşımı savunanlar özel mülkiyet kurumuna ve onun yaratacağı müşevviklere atıf yapıyor. Diyor ki, özel mülkiyet mülk sahibini mülkünü korumaya ve geliştirmeye teşvik eder. Tüm ülkeyi şahsî mülkü olarak gören monark da aynı müşevviklerden etkilenir. Bu sayede ülke demokratik siyasetin yıkıcı etkilerinden kurulur, özgür ve müreffeh olur. Bu yaklaşımın birçok açığı var. Satır başlarıyla bunlara işaret edelim: Özel mülkiyet aynı zamanda fiziksel ve psikolojik sınırlara dayanır ve delalet eder. Dolayısıyla, bir ülkenin bir nesne anlamında özel mülk olması imkânsız. Bu durumda özel mülkiyet müşevvikleri monarşide birebir ortaya çıkmaz. İkincisi, insanların yönetme kapasitesinin de bilişsel, fiziksel ve psikolojik sınırları var. Monark yeteneklerine bağlı olarak yönetme kapasitesini genişletebilir ama sınırsız yönetme yeteneğine sahip olamaz. Bu yüzden, bir ekiple çalışmak zorunda kalır. Dolasıyla ortaya monarkın odağında bulunduğu geniş bir siyaset vakası çıkar. Son olarak, liberal meşruiyet teorisine göre her siyasî yönetimin meşruiyeti yönetilenlerin rızasına ve yönetilenlerin kendileriyle ilgili siyasî kararların alınmasında söz sahibi olmasına dayanır. Monarşik yaklaşım buna da cevap veremez. O yüzden demokrasiyi bırakalım monarşiye geçelim talebini, düşüncesini bir fanteziden başka bir şey olarak göremeyiz.
Geriye demokrasinin genel karar ve kurumlarında radikal değişiklikler yapma önerileri kalıyor. Bu noktaya gelmenin birkaç sebebi var. Meselâ Türkiye’de en önemli sebep böylelerinin Erdoğan’dan kurtulmanın imkânsız veya normal yollarla başarılamayacak kadar zor olduğu kanaatine ulaşması. Bu yüzden demokrasinin işe yararlığı konunda umutsuzluğa kapılması. İkincisi, ki bu daha ziyade ABD gibi ülkeleri ilgilendiriyor, Trump gibi “popülist” olduğu söylenen ve “yetersiz ve yeteneksiz” sayılan tiplerin demokratik süreçler ve mekanizmalar tarafından iş başına getirilebilmesi. Bir başka neden, demokraside seçmen kitlelerinin oy satma politikacıların oy satın alma ihtiyacının özellikle ekonomik hayatta haksızlıklara ve yanlışlıklara yol açması.
Buna dayanarak bu kimseler kademelendirilmiş oy mekanizmasını tavsiye ediyor. Bu, seçmenlerin oylarının rakam değerinin tahsile, servete, eğitim seviyesine bağlı olması demek. Bu bakımlardan en aşağıda bulunanların oyları tek oy sayılırken seviye yükseldikçe oyların rakam değeri tek kişinin oyunun iki, üç, dört oy sayılması şeklinde formüle ediliyor. Gelgelelim bugün eşitlik dininin her yerde egemen olduğu bir dünyada bunu geniş kitlelere kabul ettirme imkânı yok. Üstelik bu yöntem başka yanlışlıklar da doğurmaya teşne. Toplumun parçalanması, kelimenin gerçek anlamında kutuplaşma, yeni bir kast sisteminin, yani geçişken de olmayan birbirinden haz da almayan grupların doğması gibi…
Aslında demokrasiyle ilgili şikâyetler yeni değil. Siyasetin tüm tarihinde benzer şikâyet ve eleştiriler var. Antik Yunan siyasî edebiyatını Platon’dan başlayarak okuyanlar benzer eleştirileri görürler. Liberal demokrasinin, yani demokratik ilke ve mekanizmaların liberal değerler ve amaçlarla aşılanmasının ve sınırlanmasının ana sebebi de bunlardır. Demokrasi zaten liberalizm tarafından terbiye edilmiştir.
Ancak, bu eğilime sahip kimselerin sandığı gibi çare demokrasiden vazgeçmek değildir. Keza liberalizm de demokrasisiz olamaz. Bu bakımdan hem tarihî örnekler yanlış okunmaktadır hem de demokrasiyi reddeden liberallerin, eğer anarko-kapitalist değilseler, “hangi siyasi yönetim biçimi?” sorusuna meşruiyet, eşitlik, etkinlik ihtiyacını karşılayacak şekilde cevaplar vermesi gerekir.
Belki de sorun o kadar ağır değil. Yukarda demokrasinin liberalizm tarafından aşılandığına işaret etmiştim. Aynı istikamette yürüyerek demokrasiyi liberalizmin daha çok etkisi altına sokmak lâzım. Bu, kısaca, sınırlı ve sorumlu devlet formülüyle ifade ediliyor. Devletin temel alanlarının dışına çıkamaması, refah ve istihdam aracı olarak görülmemesi, işgal ettiği -eğitim gibi- sivil toplum alanlarından çekilmesi bugün problem olarak gördüğümüz birçok şeyin ve durumun (problemin) ortadan kalkmasına veya ciddî ölçüde hafiflemesine yetecektir.
Ancak, işi zorlaştıran başka faktörler de var. En önemlilerinden biri devletler arası ilişkiler. O kadar ki, yoğun devletlerarası ilişkiler sonunda iç siyaseti de etkileyebiliyor, çarpıtabiliyor. Bana öyle geliyor ki bu bakımdan sadece demokrasi değil liberalizm de bir zaaf, bir açmaz içinde…
Üzerinde düşünmeye değer konular…